🌖 Yoksa Onların Allah In Izin Vermediği Konularda
IA2VWL. ışid'li kardeşlerimizin facebook'taki "studied" kısmına yazdıkları muhteşem cümle. ulan biz de hala yok hayat okulu, yok oxford university d, yok okumadım panpa durumumuz yoktu filan yazalım. ben de bunu yazarım hafız bundan sonra. feci qarizma duruyor açıkçası. ışid sempatizanı olmanın şartlarından biri bunu facebook profiline bir şekilde düşmanı 1400 sene öncesinde yerine saman taşımak. tağut kavramını ve tevhid dini olan islam'da bu konun önemini bilmeyenlerin anyalamayacağı ama salih müslümanlar için olmazsa olmaz bir reddetmeyen müslüman olamaz. reddedilmediği sürece iman dairesine girilmesinin mümkün olmadığı islami terim ve rasüllerin ortak daveti tağutun reddi ile bilrlikte tevhidin ibadette ve hüküm, kanun ve yasa koymada birlemek ilahe illallah'ın manası bunu ilahe illallah'ın manasını bilmeden sadece dille ikrar etmek kişiyi iman dairesine ikrardan sonra kalple tasdik ve azalar ile gerçekleştirmek sahih bir iman için olmazsa olmaz kelimesinin lügat ve ıstılah anlamı;tağut sözlükte haddi aşmak, azmak, belirlenmiş sınırı geçmek, gibi anlamlara gelir. ıstılahta ise, allah’ın dışında ya da allah ile beraber kendisine ibadet ve itaat edilen, onun hükümlerini tanımayan ve insanları allah’ın dininden uzaklaştıran tüm varlıklardır. şimdi âlimlerin “tağut” kelimesini nasıl izah ettiğine bir göz kayyım der ki“tağut, ibadet edilen, tabi olunan veyahut da itaat olunan olsun, kulun haddini aşmasına vesile olan her şeydir. her kavmin tağutu, allah ve rasülü dışında onun hükmüne başvurdukları, allah’ı bırakıp ibadet ettikleri, basiretsizce allah’ın dışında tabii oldukları veyahut da allah’tan başka itaat ettikleri kimselerdir. kim rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in getirdiğinin dışında bir şeyin hükmüne başvurur veya o şeyle hüküm veririse, tağut ile hükmetmiş ya da tağuta muhakeme olmuş demektir.”75şeyhu’l islâm ibn-i teymiyye der ki“allah’a isyanı gerektiren hususlarda, hidayet ve hak dine uymamakta, kendisine itaat olunan her şey tağuttur. işte allah’ın kitabından başkası ile hükmeden ve bu maksatla hükmüne başvurulan kimseye tağut adının verilişi bundan dolayıdır.”76imam taberi şöyle der“bana göre tağuta verilecek en doğru mana; allah’a karşı haddini aşan ve allah’tan başka kendisine zorla veya gönüllü olarak itaat edip bağlanılarak ibadet edilendir. kendisine ibadet edilen bu varlık bir insan olabileceği gibi şeytan, put veya herhangi bir şey de olabilir.”77abdurrahman el- batın şöyle der“tağut; allah’tan başka ibadet edilenlerin, sapıklıkta öncü olanların ve batıla çağıran ve onu iyi gösterenlerin hepsidir. allah ve rasülüne zıt olan hükümlerle insanlar arasında hüküm verenler, kâhin ve sihirbazlar, sapık ve yalan hikâyeler uydurarak insanları mezarlara ibadet etmeye çağıran mezar bekçileri, hizmetçileri ve koruyucuları aynı şekilde birer tağuttur. bu tağutların asıl ve en büyüğü ise şeytandır. şeytan en büyük tağuttur.”78şeyh muhammed el-fıki der ki“islam şeriatına muhalif kanunlarla hükmetmek, insanın kan, mal ve ırzları konusunda hüküm vermek için konulan bütün kanunlar, allah’ın şeriatı olan hadleri kaldıran, faizin zinanın ve içkinin haramlığını iptal eden bütün beşeri kanunlar tağut kavramına girerler. zaten böyle kanunların her biri başlı başına birer tağuttur.”79abdülaziz b. baz da şu yorumu yapar“selef’in tağut hakkındaki sözlerinden şu anlaşılmaktadır kulu, allah’a kulluktan, dinde ihlâslı olmaktan, allah ve rasulüne itaat etmekten alıkoyan ve çeviren her şey tağuttur. bunun böyle oluşunda ister cin şeytanlarının, ister insan şeytanlarının, ister ağacın, ister taşın, isterse başka bir şeyin müdahalesi olsun değişmez. insanlara şanlar, şerefler, mallar hakkında hüküm vermek, faiz, zina, içki içilmesi gibi benzer şeyleri serbest bırakmak, allah’ın şeriatını kaldırmak için ortaya çıkarılan islam’a yabancı kanunlarla hükmetmek gibi durumlarda tağut kavramına girmektedir. bu kanunları koyanları, tasdik edip kabul edenlerde tağutturlar. kasıtlı veya kasıtsız, rasulullah’ın getirdiği hak dinden insanları çevirmek için insan aklının koymuş olduğu bütün yazılar ve onları icat edenler de tağutturlar.”80abdulmun’im mustafa bu nakillerden sonra şöyle der“tağut ibadetle ilgili en basit meselelerde bile olsa, allah dışında rızası sebebiyle kendisine ibadet edilendir. sevgi, dostluk, düşmanlık, itaat, bağlanma, muhakeme olma, dua, korku, adak, namaz ve ulûhiyetle alakalı her hangi bir konuda kendisine ibadet edilen allah dışındaki her varlık tağuttur. allah’ın şeriatına muhalif olan bütün kanun ve şeriatların her biri birer tağuttur. küfür, fesat ve sapıklıkta öncü olan herkes birer tağuttur.”81tağutların adet ve sayısının sınırlandırılması mümkün olmamakla birlikte islâm âlimleri tağutu beş ana başlık altında incelemiştir. şimdi sırasıyla bunları tağutların en büyüğü hiç şüphesiz ki şeytandır. o, yeryüzünde işlenen tüm cürümlerin, günahların ve tuğyanın asıl müsebbibidir. insanları allah’a ibadetten alıkoyduğu ve onları saptırdığı için tüm tağutların elebaşı konumundadır. o, kıyamet gününe kadar insanları saptırmak ve doğru yoldan uzaklaştırmak için yemin etmiştir.“iblis dedi ki “beni azgınlığa ittiğin için and içerim ki bende senin doğru yolunda onlara engel olacağım. sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. böylece çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın.” a’raf/16-17bu özelliklerden dolayı selefden birçok müfessir şeytanı “tağut” diye nitelendirmiş ve onun en büyük tağut olduğunu beyan değinmeden geçemeyeceğim çok önemli bir nokta var. birçok meal çalışması yapan mütercimlerin farkında olarak veya olmayarak tağut kelimesini sadece “şeytan” olarak tercüme etmektedir. bu, çok vahim sonuçlara sebep olabilecek bariz bir hatadır. çünkü böylesi bir tercümeden meal okuyan insanın aklına “tağut” denilince hemen “şeytan” gelecek ve tağut kelimesinin kapsamına girdiği halde sırf bu yanlış tercümeden ötürü birçok tağut, o kişinin benliğinde tağut olmaktan çıkacaktır. bu hatanın giderilmesi için şu önemli açıklamayı yapmakta yarar âlimleri ?????? ??????? ??? ??? ?????? ?????? “ihtilafu’l esmâ yedüllü ala ihtilafi’l-ma’nâ” yani “isimlerin farklı olması, mananın da farklı olduğunu gösterir” kaidesi ile bu tür yanlışlıkların önüne set çekmişlerdir. bu kaidenin tefsir yaparken veya herhangi bir tercüme işi ile uğraşırken çok önemli bir yeri vardır. yukarıda değindiğimiz hata aslında bu kaidenin tatbik edilmemesinden kaynaklanmaktadır. tağut lafzını sırf şeytan’ olarak tercüme edenler bu kaideyi göz ardı etmemiş olsalardı, insanların yanlış anlamalarına sebep olmazlardı. hâlbuki şeytan’ ayrı bir lafız, tağut’ ayrı bir lafızdır. bu iki ismin farklı lafızlarla gelmesi manalarının da ayrı olmasını gerektirir. elbette ki şeytan’ tağuttur. ama tağut sadece şeytan’ değildir. eğer böyle olmuş olsaydı allah teâlâ’nın içerisinde tağut’ lafzı geçen ayetlerde tağut’ yerine şeytan’ kelimesini kullanması gerekmez miydi? üstelik nisa suresinde “iman edenler allah yolunda, kâfir olanlarda tağut yolunda savaşırlar. o halde şeytanın destekçileri ile savaşın. şüphe yok ki şeytanın hilesi pek zayıftır” nisa/76 buyurarak, tağut ile şeytan kelimelerini aynı ayet içerisinde kullanmıştır. bu da göstermektedir ki “şeytan” ile “tağut” farklı farklı şeylerdir. son olarak diyoruz ki her şeytan bir tağuttur, ama her tağut şeytan değildir. bu ayırıma dikkat etmek gerekir; çünkü birçok insan bu konuda yanılgıya sahabe ve tabiinden bazıları “tağut” kelimesinin “sihirbaz” anlamına geldiğini söylemiştir. sihirbazlar hakkı gizleyerek batılı insanlara süslü göstermektedirler. büyülerinin gerçekleşebilmesi için kendilerine gelen insanlara allah’tan başkası adına kurban kesmelerini veya içerisinde birçok şirk sözü bulunan birçok muska vb. şeyleri boyunlarına asmalarını emrederler ve böylece insanların akideleri ile oynarlar. bu tür gerekçelerden dolayı onlar için “tağut” ismi verilmiştir. cumhur-u ulemaya göre sihir yapan insanlar küfre girer ve gaybı ve insanların idrakinin dışındaki bir takım işleri bildiğini iddia eden kimselere “kâhin” denir. bunlar kimi zaman gelecekten haber veririler kimi zamanda kaybolmuş eşyaların yerlerini söylerler. bunuda, gökyüzünden kulak hırsızlığı yapan şeytanlardan öğrenirler. böylesi bir iş kesinlikle insanı dinden çıkarır. çünkü gaybı ve geleceği bilmek yalnız allah teâlâ’ya mahsustur. alah’ın bilebileceği bir şeyi kendinde görmek insanı şirke sokar. bu nedenle birçok âlim “tağut” kelimesini “kâhin” olarak bunlarda allah’ın dışında ibadet edilen varlık oldukları için “tağut” kavramı içinde şeriatına aykırı kanun koyanlar tağut ismini hak edenlerden birisi de bunlardır. çünkü bunlar allah’ın göndermiş olduğu kitabı bir tarafa atarak kendi heva ve heveslerinden kanunlar yapmakta ve bu suretle haddi aşmaktadırlar. insanoğlu, kanun icat etmek ve yasa yapmak için yaratılmamıştır. onun tekbir yaratılış gayesi vardır; o da allah’ın kendisi için göndermiş olduğu kanunları uygulamak sureti ile rabbine ibadet etmesidir. bu vazifeyi unutarak allah’ın üstlenmiş olduğu bir işi ele almak isteyenler, onun belirlediği sınırları çiğnemiş olurlar. bu ise onların “tağut” vasfını almaları için yeterli bir birde allah’ın serbest’ dediğine yasak’, yasak’ dediğine de serbest’ diyenler var ya, işte onlar küfürde ilerlemiş ve allah’a isyanda zirveye çıkmış insanlardır. böyleleri tağut olmanın yanı sıra allah’ın haklarına el koymaya yeltendikleri için aynı zamanda gâsıp gaspçı tırlar. her insanın böylelerine karşı teyakkuzda olması ve heves, vatan ve milliyetçilik, ırkçılık, demokrasi allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler ve anayasaları kur’an olmayan meclisler de çağımız âlimlerinin “tağut” olarak nitelendirdikleri şeylerdendir. tüm bunlardan sakınmak tanımlardan sonra şu soruları kendimize soralımgünümüzde toplumun geneli açısından düşünüldüğünde, kendisine ibadet edilen mabud kimdir? allah teâlâ mı, yoksa tağut mu?kendisine itaat edilen kimdir? allah teâlâ mı, yoksa tağut mu?kullar için yasa ve kanunlar belirleyen kimdir? allah teâlâ mı, yoksa tağut mu?kendisi için dostlukta ve düşmanlıkta bulunulan kimdir? allah teâlâ mı, yoksa tağut mu?kendisine sevgi ve korku duyulan kimdir? allah teâlâ mı, yoksa tağut mu?insanlar, değerlerini, kanunlarını ve ilkelerini kimden almaktadır? allah teâlâ’dan mı, yoksa tağuttan mı?insanlar kime muhakeme oluyorlar, tartışma ve davalarını kime götürüyorlar? allah teâlâ’ya mı, yoksa tağuta mı?insanların birçoğu tarafından itiraf edilmese de, yukarıdaki soruların cevabı; “tağut” olarak karşımıza çıkıyorsa, insanlar ile bu dinin hakikati arasındaki uçurumun büyüklüğünü ve yine âlimler ve ilmiyle amel eden davetçilerin omuzlarındaki emanetin ağırlığını, ümmet ve dinleri açısından üzerlerine düşen görevlerin neler olduğunu idrak etmiş oluruz. seyyid kutup rahimehullah şöyle der“bugün yeryüzünde bu dinin problemi; allah’ın ulûhiyet sınırına tecavüz eden, o’nun sultasını gasp etmeye çalışan, insanların canı, malı, nesli üzerinde emir ve yasaklar koyan ve kendinde bunu yapma cesareti bulan tağutların işbaşında olmasıdır. işte kur’an tüm gerçekliğiyle konuya değiniyor ve meselenin ulûhiyet ve ubudiyet meselesiyle bağlantılı olduğunu ve meselenin bir iman-küfür, islam-cahiliyye meselesi olduğunu dile getiriyor…”eğer ki, nebi ve resullerin yaptıkları gibi, bizler de kavimlerimize karşı davete “allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” esası ile başlamış olsaydık ve allah’a kavuşuncaya ya da insanlardan açık, doğru ve sadık bir karşılık alıncaya kadar bu davetten geri durmamış olsaydık, doğrudan sapmış kelimesinin anlam ve muhtevasını öğrendikten sonra, tağutu reddetmenin lâ ilâhe illallâh’ın şartlarından birisi olduğunun delillerine müslim’in sahih olarak rivayet ettiği bir hadiste efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur“kim lâ ilâhe illallâh’ der ve allah’ın dışında ibadet edilen şeyleri reddederse, malı ve canı haram olmuş olur.”83rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in “allah’ın dışında ibadet edilen şeyleri reddederse” sözü, tağutu reddetmek anlamına gelir. bu da tağutu reddetmenin lâ ilâhe illallâh’ın şartlarından birisi olduğunu ki “zaten kelime-i tevhidin birinci kısmı olan “la ilahe” sözü tağutu inkâr etmeyi ifade etmektedir. acaba hadis-i şerifte neden tekrar olarak tağutların inkâr edilmesine atıf yapılmıştır? bu soruya şu şekilde cevap veririz. hadis-i şerifte tağutların inkâr edilmesinin tekrar olarak zikredilmesi, bu işin ciddiyetini ortaya koymak içindir. zira kişi tağutu inkâr etmeden iman etmiş olmaz. kişinin mü’min olabilmesi için bu şartı yerine getirmesi şerifte kişinin malının ve canının korunması allah’ın dışında ibadet ve itaat edilen tağutların inkâr edilmesine bağlanmıştır. hadiste yer alan bu ifade tağutu inkâr etmeyen birisinin lâ ilâhe illallâh cümlesini ölene kadar dilinden düşürmese bile mü’min olamayacağına işaret etmektedir. çünkü kişinin malının ve canının haram olması ancak iman ile mümkündür. adam lâ ilâhe illallâh deyip sonrada tağutlara itaat ettiğinde, sanki iki zıt şeyi bir anda yapmış oluyor. hem tağutları reddediyorum’ diyor, hem de onlara itaat ediyor. böyle birisi “ben aynı anda hem gece hem gündüz yaşıyorum” diyen birisi inkâr etmenin lâ ilâhe illallâh’ın şartlarından birisi olduğunun başka bir delilide rabbimizin şu ayetidir“dinde hiç bir zorlama yoktur. gerçekten iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. artık her kim tağutu red ve inkâr eder ve allah’a iman ederse o, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa urve-i vüskaya tutunmuş olur. allah işitendir, bilendir.” bakara/256allah teâlâ bu ayeti kerimede tağutu inkâr etmeyi bizlere emretmiştir. tağutu inkâr etmeksizin gerçekleştirilen bir iman asla makbul kerime de yer alan “kim tağutu red ve inkâr eder ve allah’a iman ederse” cümlesi gerçektende dikkate şâyandır. allah’a imandan önce tağutun reddinin zikredilmiş olması, tağut inkâr edilmeksizin iddia edilen imanın boş bir lakırdıdan ibaret olduğunu göstermek içindir. tefsiru’l-hazinde şöyle denilir“bu ayet-i kerimede kâfir birisinin imandan önce küfre tevbe ederek küfürden uzaklaşmasının, sonrada allah’a iman etmesinin gerekli olduğuna bir işaret vardır. kim böyle yaparsa imanı sahih olur…”84yani allah’a iman etmeden önce tağutların red ve inkâr edilmesi gerekmektedir. elmalılı hamdi yazır, bu ayetin lâ ilâhe illallâh cümlesinin bir tefsiri niteliğinde olduğunu şu önemli ifadeleri ile dile getirir“mümin muvahhid olmak için allah’a imandan evvel küfre tevbe etmek şarttır. ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamaya azmeylemektir. bu suretle “kim tağutu inkâr edipte allah’a iman ederse” ayeti “lâ ilâhe illallâh” kelime-i tevhidinin bir tefsiri demektir.”85ayet-i kerimede tağutu inkâr etmenin allah’a imandan önce zikredilmesinde bir takım hikmetler vardır. bu hikmetler şöyle özetlenmiştirtağutu red meselesinin küçük görülüp de ihmal edilmemesini, tağutu reddetmenin çok önemli bir asıl olduğunu, bunun dışındaki asıl ve teferruatların ise ona bağlı olduğunu belirtmek önce tağutun reddinin gerekli olduğunu bildirmek içindir. çünkü kişi tağutu reddetmeden önce iman ederse bu iman, tağutu red veya şirki terk edinceye kadar sahibine hiç bir fayda iman ile tağuta iman, bir kulun kalbinde bir an bile olsa asla bir arada bulunamaz. çünkü birisine iman, diğerine iman etmeye zıddır. bunlardan birisine iman edilirse diğeri reddedilmiş olur. çünkü iman ile küfür bir kalpte asla bir arada göre, ya tağutu reddettikten sonra iman edilir ya da tağuta iman ederek allah reddedilir. tağuta iman ile allah’a imanın bir kulun kalbinde aynı anda bir arada bulunmasını düşünmek, bir şeyin zıddıyla birlikte aynı anda var olduğunu düşünmek demektir. bu ise urve-i vüskâ sağlam kulp’dan kasıt nedir?müfessirler, ayet-i kerimede geçen “el-urvetü’l vüska” kelimesini bir kaç şekilde anlamlandırmışlardır. mücahit bunun “iman” anlamına geldiğini söylemiştir. suddi “islam” manasındadır, derken, said b. cübeyr ve dahhak “lâ ilâhe illallâh” anlamında olduğunu söylemiştir. enes b. malik’den bunun “kur’an” manasında olduğu rivayet edilmiştir. ibn-i kesir, bu görüşlerin hepsini naklettikten sonra şöyle der“bu görüşlerin hepsi sahihtir; aralarında herhangi bir çelişki söz konusu değildir.”87önemli bir açıklamaallah’ın dışında ibadet edilen bir varlığın tağut olarak isimlendirilebilmesi için mutlaka kendisine yapılan ibadete rıza gösterilmesi ve bu işten memnun olması şarttır. eğer kendisine yapılan ibadete rıza gösterilmiyorsa o zaman tağut olarak isimlendirilemez. birçok insan hz. isa’ya, hz. uzeyr’e veya allah’ın salih kullarına ibadet etmektedir. her ne kadar onlara ibadet eden insanlar kâfir olmuş olsa da, kendilerine ibadet edilen bu salih zatlar, yapılan ibadetten razı olmadıkları için “tağut” olarak isimlendirilemezler. bu şart çok önemlidir. buna dikkat i’lamu’l-muvakkıîn, 1/ mecmuu’l-fetâva, 28/ tefsiru’t-taberi, 3/ ed-dürerü’s-seniyye, 2/ fethu’l-mecid, sf. sf. et-tağut, sf. müslümanların birliğini sağlayacak olan temel esaslar, abdu’l mun’im mustafa, sf. 35, müslim, kitabu’l iman, lübabu’t-te’vil fî meâni’t-tenzil, 1/351; daru’l-kütübi’l-ilmiyye hak dîni kur’an dili, 2/ bkz. “et-tağut”, abdu’lmun’im mustafa, sf. 61, tefsiru’l-kur’ani’l-azim, 1/418. daru’l-fayhâ baskısı."kanun koyma selâhiyyeti ancak allah'a ait dir"teşri kanun koyma imani bir doğrudan doğruya akide ile ilgilidir. işte bu sebeble bu meselenin allah’a iman konusunda ele alınması şakir, allah’ın şeriatinden olan, hırsıza verilen ceza hakkında şöyle diyor“hırsıza verilen el kesme cezası biz müslümanlar için akidenin ve imanın temelindendir. islam şeriatinin koyduğu el kesme cezasını inkar eden veya bunun yerine başka bir ceza isteyen ve üstelik müslüman olduklarını iddia eden bu kimselere soralım“siz allah’a ve bu kainatı o’nun yarattığına inanıyor musunuz?”“evet” diyeceklerdir.“allah’ın geçmişte olanları ve gelecekte olacakları bildiğine inanıyor musunuz?” “evet” diyeceklerdir.“allah’ın bizi ve bize zarar verecek şey ile bize fayda verecek şeyi bizden daha iyi bildiğine inanıyor musunuz?” “evet” diyeceklerdir.“allah’ın muhammed doğru yolu göstermek ve hak dini tebliğ etmek için gönderdiğine, ona kur’an’ı indirdiğine inanıyor musunuz?” “evet” diyeceklerdir.“kur’an’ın hem din, hem de dünya işlerinde bir rehber, bir yol gösterici olarak gönderildiğine de inanıyor musunuz?” buna da “evet” diyeceklerdir. bu sorulara “evet” cevabını veren sizler! sizlerin bu cevabınız allah’ın hükmünden başka bir hüküm istemenizle tezat teşkil etmektedir ve sizlerin müslümanlık iddianıza zıttır. müslüman olduklarını iddia ettikleri halde bu soruları “hayır” şeklinde cevaplandıranlara gelince; onların kafir olduklarına hükmederiz. alim olsun, cahil olsun, kültürlü olsun, okumamış olsun her müslüman yukarıdaki soruları “hayır” şeklinde cevaplandıranın mürtedleştiğini, küfrün uçurumuna yuvarlandığını kesinlikle bilir. fakat, “müslüman” olduklarını iddia etmeyenler ile bu mesele hakkında kesinlikle tartışmaya girmeyiz. çünkü onlar bizim inandığımız gibi inanmıyorlar. biz onların istediklerine uymadıkça onlar bizden asla razı olmazlar. onların isteklerine uymaktan allah’a sığınırız.” umdet-ut tefsir c4, s14 6-l47şeyhul islam mustafa sabri şeyhül islam mustafa sabri osmanlı imparatorluğunun son şeyhül islam’ıdır. miladi 1860 yılında tokat’da doğmuş. osmanlı imparatorluğu yıkılınca son otuz yılını mısır’da ilimle uğraşarak geçirmiştir. 1954’te vefat etmiştir., allah’ın indirdiği şeriati yürürlükten kaldırmak gayesiyle ortaya atılan planlardan olan, din ile devlet işini birbirinden ayırma laiklik konusuyla ilgili olarak şöyle diyor“laiklik, yani din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması hususunu yaygınlaştırmak isteyen devlet adamları ve yazarlarının bu düşüncesi, kur’an ve sünnette açıklanan hükümlerin allah tarafından gönderildiğine iman ile bağdaşmaz.” mevkıf el akl vel ilm min rabbil alemin c4, s294aynı kalpte allah’a iman ile allah’tan başkasına taguta muhakeme olmaya rıza gösterme fikri birarada şöyle buyuruyor?????? ???? ????? ????????? ??????????? ????????? ??????? ????? ???????? ???????? ????? ???????? ???? ???????? ?????????? ???? ????????????? ????? ??????????? ?????? ???????? ???? ?????????? ???? ????????? ???????????? ???? ??????????? ???????? ???????? ????“sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? reddetmekle emrolun-muşken taguta muhakeme olmak istiyorlar. şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek ister.” nisa60???????? ????????? ??? ????? ??????? ???????? ???? ????????? ??????? ????????????? ??????????? ?????“muhakkak ki biz, her ümmete allah’a kulluk edip taguttan sakınmaları için rasuller gönderdik.” nahl 36şankıtiy, itaatte şirk konusunda şöyle diyorrasulullah hıristiyan ve yahudilerin kendi haham ve rahiblerini rab edindiklerini anlatan;?????????? ????????????? ??????????????? ?????????? ???? ????? ???????????“onlar; hahamlarını, papazlarını allah’tan başka rabler edindiler…” tevbe 31 ayetini okurken, daha önce hristiyan olan ve müslüman olmak için gelen adiyy b. hatem rasulullah bu ayetin açıklanmasını istedi. bunun üzerine rasulullah bu ayeti;“o kimseler allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram kıldıkları zaman haham ve rahiplerine itaat edince onları rab edinmiş oldular”, şeklinde kanunlarından şeriatinden başka kanunlarla muhakeme olmayı isteyenlerin şirke girdiklerini nisa 60 ayeti apaçık bir şekilde böylelerinin müslümanlık iddiasını hayretle karşılıyor. çünkü hem iman ettiklerini iddia ediyorlar, hem de allah’ın kanunlarından başka kanunlarla muhakeme olmayı istiyorlar. oysa aynı kalpte allah’a iman ile taguta muhakeme olmaya rıza gösterme birarada bulunamaz. işte bu onların iman iddialarında yalancı olduklarını ortaya şöyle buyuruyor?????? ???? ????? ????????? ??????????? ????????? ??????? ????? ???????? ???????? ????? ???????? ???? ???????? ?????????? ???? ????????????? ????? ??????????? ?????? ???????? ???? ?????????? ???? ????????? ???????????? ???? ??????????? ???????? ???????? ????“sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? reddetmekle emrolun-muşken taguta muhakeme olmak istiyorlar. şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek ister.” nisa60edvaul beyan c4, s82şankıtiy başka bir yerde nisa 60 ayetini zikrettikten sonra şöyle diyor“tagutu reddetmedikçe hiçbir kimsenin iman etmiş sayılmayacağını aşağıdaki ayet çok iyi şöyle buyuruyor?????? ???????? ????????????? ?????????? ????????? ?????? ??????????? ????????????? ??????????? ??? ?????????? ????? ? ?????“kim tagutu reddedip allah’a iman ederse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuştur.” bakara256dikkat edilirse ayette, tagutu inkar etmeksizin kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmanın sözkonusu olmadığı vurgulanmaktadır. yani, bu durumda kişi imandan “sağlam kulpa tutunma” diye vurgulanan şey, imanın ta kendisidir. tagutu inkar etmeme hadisesi hiçbir zaman iman ile birarada bulunmaz. ikisinin birarada bulunması imkansız bir şeydir.” edvaul beyan c1, s293tagut kavramı neyi ifade eder? kişi bunu bilsin ki, ona karşı çıkıp allah’a iman kayyım muhammed b. ebi bekir b. eyyub b. sa’d ed-dimeşki h. 691’de dimeşk’te doğmuştur. ibn-i teymiye’nin talebesidir ve hanbeli alimlerindendir. h. 751 senesinde vefat etmiştir. şöyle diyor“allah rasulullah’ın getirdiği şeylerin dışında herhangi bir kanun veya ilyle muhakeme olmanın taguta muhakeme olmak anlamına geldiğini ibadet, ittiba veya itaat konusunda haddini aşan mahluk kavmin tagutu; allah ve rasulü dışında kendisine muhakeme olunulan veya allah’ın dışında kendisine ibadet edinilen veya allah’ın izin vermediği konularda kendisine tabi olunulan varlıklardır.” a’lamul muvakkıin c1, s50şeyh abdurrahman b. hasan abdurrahman b. hasan a’laş-şeyh hanbeli alimlerindendir. h. 1285 yılında vefat etmiştir. şöyle diyorallah ???? ????? ????????? ??????????? ????????? ??????? ????? ???????? ???????? ????? ???????? ???? ???????? ?????????? ???? ????????????? ????? ??????????? ?????? ???????? ???? ?????????? ???? ????????? ???????????? ???? ??????????? ???????? ???????? ????“sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? reddetmeleri emrolun-muşken taguta muhakeme olmak istiyorlar. oysa şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek ister.” nisa 60 hakkında ibn-i kesir şöyle demiştir“allah bu ayette kur’an ve sünnetin dışında başka şeylere muhakeme olan kişiyi taguttan kasıt; allah ve rasulünün koyduğu ölçüler dışında ölçü koyan kur’an ve sünnetin dışındaki kanunlara muhakeme olursa taguta muhakeme olmuş olur. kim allah’ tan başkasına ibadet ederse taguta ibadet etmiş olur. eğer ibadet ettiği mahluk salih kimse ise, bu kimse şeytana ibadet etmiş olur. çünkü şeytan ona böyle yapmasını bu gerçeği ayetinde şöyle belirtmiştir???????? ???????????? ???????? ????? ??????? ?????????? ?????????? ??????????? ???????? ??????????????? ? ???????????? ?????????? ? ??????? ????????????? ??? ???????? ????????? ??????????? ???? ???????? ????????? ???????? ????????? ???????????? ???? ?????? ???? ????????????? ???????????? ???? ????????? ??????? ????? ?????? ??? ?????????? ? ????????? ????? ??????? ??????????? ???????? ? ??????? ???????? ??? ??????? ??????????? ????“onların hepsini birgün toplarız. sonra allah’a şirk koşanlara; siz ve şirk koştuklarınız yerlerinize gidin, deyip onları birbirlerinden ayırırız. şirk koştukları ise; “bize ibadet etmiyordunuz ki. allah sizinle bizim aramızda şahid olarak yeter. sizin bize ibadet etmenizden bizim haberimiz yoktu” derler. işte orada herkes dünyada yapmış olduklarını bilecek ve gerçek mevlaları olan allah’a döndürüleceklerdir. uydurmakta oldukları da onlardan uzaklaşmıştır.” yunus 28-30???????? ???????????? ???????? ????? ??????? ??????????????? ???????????? ?????????? ??????? ??????????? ???? ??????? ??????????? ?????? ?????????? ???? ????????? ? ???? ??????? ??????????? ???????? ? ???????????? ?????? ??????????? ????“allah birgün onların hepsini diriltip toplar, sonra meleklere “bunlar mı size tapıyordu?” der. melekler de derler ki “seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz, bizim dostumuz onlar değil, sensin. hayır, onlar bize değil cinlere ibadet ediyorlardı. çoğu onlara inanmaktaydı.” sebe 40-41müşriklerin taptıkları; taş, ağaç, mezar, kendisine ibadete çağıran varlıklar ve salih kimselerin sureti şeklindeki putlar veya bunlara benzer şeylere gelince; bunların hepsi allah bizlere, reddetmemiz ve onlardan beri olmamız gerektiğini bildirdiği insanları bu şeylere ibadet etmeye sevkeden de şeytandır. dolayısıyla bunlara ibadet eden, şeytana ibadet etmiş olur. şeytan tevhidi bozan her batılı süslü göstererek insanların onlara uymalarını tevhid tagutu reddetme esasına dayanır. tagutu tanımak ve onu kabullenmek ise tevhid akidesinin özüne aykırıdır. esasen tevhid akidesi; her türlü taguti unsuru inkar etmeyi, tanımamayı, karşı çıkmayı gerektirmektedir. işte bu tevhid akidesinin ta kendisidir...allah şöyle buyuruyor???? ??????? ?????? ???????? ???????? ??? ???????????? ??????????? ?????? ???? ??????? ???????????? ?????? ??????? ???????? ???????? ??????????? ???? ????? ??????? ????????? ?????? ??????? ????????? ???????????? ???????????? ?????????????? ??????? ??????? ?????????? ????????? ???????? ???“ibrahim ve beraberinde olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. onlar kavimlerine şöyle demişlerdi “biz sizden ve allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. sizi tekfir ediyoruz. sadece bir olan allah’a iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve kin başgöstermiştir.” mumtahine 4kim allah’tan başkasına ibadet ederse ibadet ettiği o varlığa haketmediği değeri vermiş malik malik ibn-i enes h. 92’de vefat etmiştir. maliki mezhebinin imamıdır. şöyle diyor“tagut; allah’tan başka ibadet edilendir.”aynı şekilde, allah ve rasulünün hükümleri dışında herhangi bir hükme muhakeme ettiren, allah’ın ve rasulünün bildirdiği hükümleri terketmiş ve beşeri hükümleri allah’ın hükmünden ve rasulullah’ın getirdiği ölçülerden daha üstün tutmuş ve itaatte allah’a ortak koşmuş sayılır. bu kişi aynı zamanda allah’ın aşağıdaki ayetlerde rasulune vermiş olduğu emre muhalefet etmiş şöyle buyuruyor?????? ??????? ?????????? ????? ???????? ??????? ????? ????????? ????????????? ????????????? ???? ??????????? ???? ?????? ??? ???????? ??????? ???????? ? ????“aralarında allah’ın indirdiği ile hükmet. onların heva ve heveslerine uyma. onların, allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni ayırmalarından sakın.” maide 49????? ????????? ??? ??????????? ??????? ???????????? ?????? ?????? ?????????? ????? ??? ???????? ??? ???????????? ??????? ?????? ???????? ????????????? ?????????? ????“hayır! rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe, sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde bir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” nisa 65allah’ın rasulüne emrettiği şeye muhalefet ederek, allah’ ın indirdiği kanunlardan başkasıyla insanlara hükmeden veya heva ve hevesine uyarak kendi menfaatından dolayı böyle bir şeyi isteyen kişi, mü’min olduğunu iddia etse bile iman ve islam halkasını boynundan çıkarıp atmıştır. çünkü allah böyle kişilerin iman iddialarını kabul etmeyip onları yalancı olarak nisa 60’ta böyle kimseler hakkında “yez’umun” inandıklarını iddia edenler kelimesini kullanıyor.“yez’umun” kelimesi; aksini yaptığı halde birşey hakkında doğru olduğunu iddia eden kimselerin durumu için kullanılan bir kelimedir. yani bu kelime genellikle, yalan yere birşeyi iddia edenler hakkında manayı nisa 60 ayetinin devamı desteklemektedir. allah nisa 60 ayetinin devamında; “reddetmeleri emrolunmuşken…” buyurarak iman etmeleri için tagutu reddetmeleri gerektiğini insanlara emrediyor ve buna rağmen, tagutu inkar etmeyip itaat edenlerin nasıl bir çelişkiye düştüklerini, yalan söylediklerini dolayısıyla iman etmemiş olduklarını yüzlerine çarpa çarpa açıkça tagutu reddetmek tevhid akidesinin esasındandır. bakara 256 ayetinde de vurgulandığı gibi, bu esas olmadan imandan söz edilemez. çünkü bütün amellerin allah katında geçerli olup olmaması tevhidin sıhhatine bağlıdır. iman ise tevhidin ta kendisidir.?????? ???????? ????????????? ?????????? ????????? ?????? ??????????? ????????????? ??????????? ??? ?????????? ????? ? ?????“kim tagutu inkar edip allah’a iman ederse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuştur...” bakara 256taguta muhakeme olmak isteyen, ona iman etmiş demektir. bu kişi ağzıyla “ben ona iman ettim” demese bile... fethul mecid s391“selefin sahabelerin ve sahabelere bağlı büyük alimlerin tagut hakkındaki sözlerinden özet olarak şöyle anlıyoruztagut; insanı allah’a ibadetten alıkoyan, allah’a giden yolu kapatan, dini allah’a has kılmayı, allah ve rasulüne tabi olmayı önleyendir. bu cinden ve insandan şeytan olabileceği gibi ağaç, taş de hükme kesinlikle şu da girerinsanlar arasındaki hukuki ilişkileri, davranış biçimlerini, ekonomik meseleleri kısaca beşeri her türlü münasebetleri düzenleyen ve müeyyideye bağlayan kur’an ve sünnetten kaynaklanmayan ister yabancı ister yerli olsun her türlü beşeri kanun, il, değer yargısı ve davranış kalıpları bu kelimenin anlamı içine kanunları koyanlar da, tasdik edip kabul edenler de tagutturlar. kasıtlı veya kasıtsız rasulullah getirdiği hak dinden insanları çevirmek için insan aklının koymuş olduğu bütün kanunlar, iller ve onu koyanlar tagutturlar. fethul mecid s 293 dipnot 1tagut genel olarak; “allah ve rasulü dışında emir ve yasaklarına uyulan kişidir.”tagutların başı beş tanedirbirincisi allah’tan başkasına ibadete çağıran şöyle buyuruyor?????? ???????? ?????????? ??? ????? ????? ???? ??? ?????????? ???????????? ? ??????? ?????? ??????? ??????? ???? ?????? ??????????? ? ?????? ??????? ??????????? ????“ey ademoğlu ben size; apaçık düşmanınız olan şeytana değil, yalnız bana ibadet edin, dosdoğru yol budur, diye bildirmedim mi?” yasin 60-61ikincisi allah’ın hükmünü değiştiren zalim şöyle buyuruyor?????? ???? ????? ????????? ??????????? ????????? ??????? ????? ???????? ???????? ????? ???????? ???? ???????? ?????????? ???? ????????????? ????? ??????????? ?????? ???????? ???? ?????????? ???? ????????? ???????????? ???? ??????????? ???????? ???????? ????“sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? reddetmeleri emrolunmuşken taguta muhakeme olmak istiyorlar. oysa şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek ister.” nisa 60üçüncüsü allah’ın indirdikleriyle cc şöyle buyuruyor?????? ???? ???????? ????? ???????? ??????? ???????????? ???? ????????????? ???? “allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.”maide44dördüncüsü gaybı bildiğini iddia eden şöyle buyuruyor??????? ????????? ????? ???????? ?????? ???????? ??????? ???? ?????? ???? ????????? ???? ??????? ????????? ???????? ???? ?????? ???????? ?????? ???????? ??????? ????“görülmeyeni bilen allah, görülmeyene kimseyi muttali kılmaz. ancak elçileri içinden razı olduğu başka... allah onun önüne ve arkasına izleyiciler dizer.”cin 26-27?????????? ????????? ????????? ??? ??????????? ?????? ???? ? ?????????? ??? ??? ???????? ??????????? ? ????“gaybın anahtarı o’nun katındadır. o’ndan başka hiç kimse onu bilemez. karada ve denizde olanların hepsini o bilir.” en’an 59beşincisi kendisine ibadet edilen ve buna rıza cc şöyle buyuruyor?????? ?????? ???????? ?????? ??????? ???? ??????? ????????? ????????? ????????? ? ????????? ??????? ????????????? ????“onların içinden kim; “ben allah’tan başka bir ilahım” derse, onu cehennemle cezalandırırız. zulmedenlerin cezasını işte böyle veririz.” enbiya 29tagutu reddetmek ancak;allah’tan başkasına yapılan ibadetlerin geçersiz olduğunu kabul edip, böyle birşeyin yapılmaması gerektiğine inanmak, böyle yapanları tekfir edip sevmemek ve onlara düşman olmakla mümkün şöyle buyuruyor???? ??????? ?????? ???????? ???????? ??? ???????????? ??????????? ?????? ???? ??????? ???????????? ?????? ??????? ???????? ???????? ??????????? ???? ????? ??????? ????????? ?????? ??????? ????????? ???????????? ???????????? ?????????????? ??????? ??????? ?????????? ????????? ???????? ???“ibrahim ve beraberinde olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. onlar kavimlerine şöyle demişlerdi “biz sizden ve allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. sizi tekfir ediyoruz. sadece bir olan allah’a iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve kin başgöstermiştir.” mumtahine 4yasama hakkını yalnız allah’a tanımak tevhid inancının gereğidir. bunu bu şekilde kabul etmedikçe tevhid akidesi sıhhat kazanamaz. bu da yani; tevhid akidesinin sıhhat kazanması da ancak taguti her türlü unsuru reddetmekle sadece tek şekilde karşımıza çıkmayabilir. şühpesiz ki, tagut ne şekilde olursa olsun, tevhid akidesi onu kesinlikle reddetmeyi tagut özellikle teşri kanun koyma ve emir verme şeklinde karşımıza çıkıyor. çağımızdaki tagut; ilahi kanunlar dışında, insanların koydukları kanunlar, emirler ve değer yargıları şeklinde de ifade göre, kanun koyan ister bir diktatör, ister halkın seçtiği seçkin bir zümre, ister toplumda yer etmiş bir grup bilim adamı, isterse halkın sevdiği bir komutan olsun farketmez, yine de durum karşısında, tevhid akidesini korumak isteyen herkes; bu çağdaş tagutu inkar etmek, allah’ın kanunlarına zıt olan emirlerine uymamak, ondan uzaklaşmak, ona tabi olanların koyduğu ölçülere uyanların küfrüne hükmetmek ve onlardan olmadığını ilan edip onlara düşman olmak 4 ayetinde geçen ibrahim ile kavminin, tagut ve ona ibadet edenlere karşı tutumları, bu konuda bizlerin yolunu aydınlatan önemli müslüman olduğunu iddia eden devletlerden bazılarının anayasalarında şöyle bir ibare geçmektedir“islam şeriati anayasanın temel kaynağıdır.”ey insanlar! onların bu sözü sizi aldatmasın. dolayısıyla onların müslüman bir devlet olduğu düşüncesine de kapılmayın. çünkü bu söz apaçık bir şirktir. çünkü bu söz; fer’i meselelerde bile olsa, islam şeriatının dışında muhakeme için başvurulacak başka kaynakların varlığını ifade etmektedir. kur’an ve sünnetin dışında başka kaynaklara muhakeme olmanın caiz olduğu manasına gelir. bu ise apaçık bir bu konuda şöyle buyuruyor?????? ??????? ?????????? ????? ???????? ??????? ????? ????????? ????????????? ????????????? ???? ??????????? ???? ?????? ??? ???????? ??????? ???????? ? ????“aralarında allah’ın indirdiği ile hükmet. onların heva ve heveslerine uyma. onların, allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni ayırmalarından sakın.” maide 49bu ibarenin şirk olmasının diğer bir sebebi ise; islam şeriatinden başka kaynakların da geçerli olduğuna dair rızayı içermesindendir. bu zaten başlıbaşına küfürdür. çünkü küfre rıza devletin müslüman sayılabilmesi için anayasası “devletin anayasasının tek temeli kur’an ve sünnettir” şeklinde şöyle diyebilirler “teknik bilgi ve düzenlemeleri islami prensiplerle çelişmediği müddetçe kafirlerden almakta bir sakınca yoktur. almayı da islam dini yasaklamamıştır.”bunu söyleyenlere şöyle denir “doğru söylüyorsunuz. fakat unutulmaması gerekir ki, bu konuda islam dini izin verdiği için bu yapılabilir. dolayısıyla sonunda verilen hüküm yine islam’ islam, teşride yasamada kaynakların temeli değil, bizzat tek kaynaktır. başka kaynaklara asla ihtiyaç duymaz. islam şeriatinin izin verdiği kadarıyla kafirlerden istifade edilir. allah şeriati başka şeriatlere kanunlara ihtiyaçdan münezzeh ve yücedir. sonuç olarak; bize hükmeden yalnız islam şeriatıdır. öyleyse islam’ın mübah kıldığını alır, yasakladığından da beşeri hayatı düzenlemede başka bir fikirle, ideolojiyle, sistemle uzlaşmaz ve uzlaştırılamaz. islam’ın böyle birşeye ihtiyacı yoktur. dolayısıyla islam’ın konumunu belirlemek hiçbir merciye ait değildir. o kendi makamını kendisi belirler ve insan hayatına, gidişatına şekil verir.”şu iyice bilinmelidir ki; tevhid akidesi, yasama ve emir sultasının yalnız allah’a ait olmasını gerektirir. ancak bu vazife yerine getirildiğinde tagutu inkar gerçekleşmiş olur.???? ???? ışidci kafaya girmek için ilk basamak. daha sonra derinlere iniyorsunuz zaten. bundan sonra alınan hap es siyaset'ül şeriye'dir. blogları filan bile var bunların; hedef, illa ve her şeye rağmen “müslüman” kadroların yönetmesi değil, evet müslüman kadroların, ama mutlaka islâmî hükümlerle ve adâletle yönetmesi olmalıdır. zaten böyle yapmadıklarında akîdevî bir sapma da yaşanmakta ve allah’ın tehdidine muhatap olunmaktadır. müslüman’ın siyasal alandaki hedefi, kulluk eksenli bir hayat tasavvuru içinde sadece allah’a kulluk yaparak, o’nun rızasını kazandıracak tavizsiz islâmî mücadele ile toplumsal dönüşüme vesile olarak, allah’ın vaat ettiği ilâhî yardımını celp etmeye çalışmak muhammed suresi, 47/7, allah’ın hükümlerine dayalı islâmî adâlet sisteminin gelmesine zemin hazırlamak olmalıdır. doğru ve sahih bir din anlayışını topluma taşıyabilmek için, toplumun vahyîn belirleyiciliğine ve tevhidî akîdeye doğru dönüşümüne vesile olabilmek için, öncelikle hiçbir şartta ve hiçbir gerekçeyle taviz verilmemesi gereken ve değiştirilemez, terk edilemez vahye dayalı temel ilke ve değerlerde ısrar eden, vahyîn şâhidliğini âdil ve emin bir kimlikle ortaya koyan dâvetçi kadrolara ihtiyaç bâtıl kavram ve modellere bulaşmadan özgün islâmî kavramlarla tanımlayan, bu durumdan bir eziklik ve kompleks duymayan, vahyîn getirdiği kavram, ilke ve değerleri eylem ve söylemlerine egemen kılmaktan ve bunları bıkmadan, yorulmadan sürekli yaşayarak topluma taşımaktan usanmayan ve utanmayan, tam tersine onur duyan şahsiyetli müslümanlara ihtiyaç vardır. istikrarlı, zikzak çizmeyen düşünce seyri ve süreklilik arz eden çabalarıyla istikametini bozmadan yürüyen örneklerin çoğalıp yaygınlaşmasına ihtiyaç vardır. egemen şirk sistemi ve kurumlarıyla uzlaşmaktan, bütünleşmekten uzak duran, dünyevîleşmeye pirim vermeyen, bedeli neyse ödemeyi göze alarak, köklü bir inkılâpla tevhidî toplumsal değişimin gerçekleşmesi için çaba göstermekte ısrarcı olan, müslüman öğrenci, aydın, entelektüel ve akademisyenlere olduğu kadar, yine aynı özelliklere sahip esnaf, tüccar, çiftçi, işçi vb. halktan insanlara da ihtiyaç vardır. toplumun örnek alacağı, emanete riâyetkâr, doğru sözlü, ahde vefalı, iffetli, izzetli, âdil, emin ve güvenilir müslüman şahsiyetlere ihtiyaç vardır. mekke'deki "muhammedü'l emin" örnekliğini çağımıza taşıyarak vahye şahidlik yapan güzel ahlaklı ve adaletiyle güven veren islamî şahsiyetlere ihtiyaç vardır. inandığı değerleri, hiçbir dünyevî menfaat karşılığında satmayan, akîdesini ve ilkelerini hiçbir hesap korku ve endişe ile terk etmeyen muvahhidlere ihtiyaç vardır. yahudi oluşumu daeşin kullandığı ayet. dünya 1909 dan beri küreselci siyonist ailelerin ve işbirlikçilerinin sömürüsüyle kan ağlamaktadır ve bunların işbirliğinde kurulan onlarca devletin özgür olduğunu düşünen putperest kafalar elbette müslümanlıkla alakası olmadığı için reddebilirler bu ayeti. rejimi aziz nesin in dediği gibi bir müslümanın putu veya ideolojisi olamaz bu ayete göre reddetmemiz gerekir diye de kesinlikle. tek cümlelik sığ, basit, ilkel doktrinlerini uzun uzadıya açıklamış bir de adam. hey allah'ım. selefiliğin fantezi evrenini özet geçeyim "süper über tartışılmaz kutsallıktaki 7. yüzyıl yaşam tarzı ve kanunlarını dayatmayan emretmeyen zorlamayan her iktidar kurumu ve yapılanması put'tur. dolayısıyla karşısında silahlı olarak cihat etmek, gerekirse uğrunda şehit olmak islami bir zorunluluktur farzdır. "bu, bu kadar. insanların hayatlarının uğrunda harcandığı, şehirlerin ülkelerin darmadağın edildiği, masumların katledildiği, milyonlarca insanın göçüyle sonuçlanan sonsuz savaşların çıkarıldığı doktrin bu. ötesi yok ya. vallahi ahirette iki eli sizin yakanızda olacak milyonlarca masum var, farkında bile değilsiniz! sırf dinimin adını kirlettiğiniz için bendeniz günahkar dahi davacı olacağım sizden, hadi buyurun! ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın.
Allah’a İsyan mı Daha Zor, Yoksa Yaz Sıcağında Oruç Tutmak mı? Ahmed KalkanBu sene mübarek Ramazan orucu yine sıcak günlerde tutulacak. Gittikçe tevhidle bağları kopardığından dolayı ibâdetleri rahat bir şekilde terk edebilen insancıklar çoğalmaya başladı. Bu sene bahane daha bir hazır “Bu sıcakta oruç tutulmaz!” Gelin, bir karşılaştırma yapalım “Allah’ın Rasûlüne muhâlefet etmek için geri kalanlar savaşa gitmeyip oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda Cihad etmeyi çirkin gördüler, bu sıcakta savaş için sefere çıkmayın’ dediler. De ki Cehennem ateşi çok daha sıcaktır!’ Keşke anlasalardı! Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!” 9/Tevbe, 81-82. Sıcağı bahane ederek savaşa katılmayanların âhiretteki cezalarının çok şiddetli olacağı için, onların çokça ağlamaları gerekir. Savaş gibi insanın hoşlanmadığı nefsin hevâsına çok ağır gelen zorlu bir sınav için böyle buyrulmuş. Ya sıcak bahanesinin arkasına sığınıp oruç gibi farzları terk eden kimseye ne denilir, ne denilmelidir?Allah’ı gerçekten sevip O’na verdiği sayısız nimetlerden dolayı şükretmek isteyen muvahhid mü’minler için orucun ve her çeşit ibâdetin hiç de zor olmadığı, namazını hiç bırakmayan, orucunu hiç aksatmayan bunca Müslümanların hiç şikâyet etmeden Allah’a itaatlerinden belli. Ama cehennem çok zor bir hayat; cehennem için koşturmaca da öyle… Bir içkiyi düşünün; kolay mıdır bu haramı işlemek, ucuz mudur bu haram? Ne büyük bedeller ister sarhoşluk? Para istiyor, sağlık istiyor, zaman istiyor, uykusuzluk istiyor, akılsızlık istiyor, rezillik istiyor. İnsanın şerefini yok ediyor, yakınlarının bile hor ve hakir görmesini gerektiriyor…Evet, yaz sıcağında orucun güzelim serinliğiyle huzuru yakalamak mı, gece meyhane köşelerinde sızıp kalarak rezilce bir keyif arayışı mı daha zor? Allah’a itaatin gönülde yansıyan mutmainlik hissi, vicdanın huzuru ve fıtratın arzusu istikametinde, acıkan ruha güzelim gıdasını vermek mi, yoksa gönlün bütün hücrelerine yansıyan suçluluk, pişmanlık ve özgüven eksikliği, irade zayıflığı karışımı bir anormallik mi daha kolaydır? Allah’a itaat; fıtratın, huzurun, sağlık ve âfiyetin kaynağı ve belirtisidir. Yaratan’a isyankârlık ise hevânın kötü arzuların, stresin, hastalık ve huzursuzluğun kaynağı ve belirtisi… Biri cennete götüren güzellikler, diğeri cehenneme sürükleyen çirkinlik ve ıstıraplar…Sahip olduklarından veren, takvâya sarılan, güzelliği benimseyen kişi ve toplumlar için hayat kolaylaştırılır; onların yüsre ulaşmaları rahatlıkla sağlanır. Kur’an, bu konuyu ifâde ederken “yüsrün teysîri” deyimini kullanıyor ki bu yüsrü yüsr ile elde etmeyi sağlamak demektir. Kolayı sevip aramak yetmez, kolayı elde etme kolaylığını da yakalamak lâzımdır. İşte, Kur’an bu sırra dikkat çekiyor 92/Leyl, 5-7; 87/A’lâ, 8. Cimrilik yolunu seçen, insanlarla hiçbir madde ve gönül alışverişinde bulunmayan, güzelliği yalanlayıp gerçek güzele sırt çeviren kişi ve toplumlar ise zora, zorluğa sürülür. Kur’an burada “usrün teysîri” deyimini kullanıyor ki, zorluğu kolay zannettirmek demek olur. İnsanoğlu, kuruntu, gaflet ve yanlış bilgilerin tutsağı haline gelince, zoru kolay sanabilir ve hiç farkında olmadan başına binlerce sıkıntı ve problem sarabilir Bkz. 92/Leyl, 8-10.İslâm’ın dışındaki tüm düzenler, dünya görüşleri ve ideolojiler birer şirk düzenidir. Şirk ise, büyük bir zulümdür. “Gerçekten şirk, büyük bir zulümdür.” 31/Lokman, 13. İslâm dışı düzenler ve uygulamalar zorbalık ve zulümdür, ağır yüktür. Haksız vergiler, hortumlar, adâletsiz hukukî düzenlemeler, halkın sırtındaki ağır yükler. Toplumdaki bütün bireylerin şikâyet ve huzursuzluğu, zorlukların isbatıdır. İnsanların hayatını kolaylaştırma vaadiyle ortaya çıkan materyalizm ve kapitalizm hayatın düzenini bozmuş, insanların fıtratını dejenere etmiş ve ihtiyaç kavramını alabildiğine genişletip bitmek tükenmek bilmeyen yarış içinde insanları tüketim araçlarının, teknolojik aygıtların kölesi yapmış, maddî-mânevî zorluk üstüne zorluklar kulluğun zor olduğunu zannedenler, nasıl zorluklar içinde kıvranıyorlar, farkında değiller. Hakkı görmek istemedikleri için, bâtıl kendilerine şirin, din de zor geliyor. Kula kulluk ve kendi gibi ya da daha aşağılarına boyun eğmek, insan fıtratına ve onuruna ters nice zorlukları bu insanımsılar nasıl değerlendiriyorlar? Stres ve bunalımlar, psikolojik rahatsızlıklar, ahlâkî problemler, maddî kayıplar, hastalıklar, bitmeyen şikâyetler… hep gayri İslâmî yönelişlerin bu dünyadaki zorluklarıdır. Şeytan, güzel amelleri zor göstermeye çalıştığı gibi, fâsıkların da amellerini süsler, zorları kolay zannettirir. İçki içmek ve sonrasına katlanmak hiç de kolay olmadığı halde, şeytan içkiyi güzel ve kolaylık gibi sunabilir. Fâhişelik ve onlarla zinâ etmek, AIDS gibi riskleriyle, maddî-mânevî pislik ve sıkıntılarıyla hiç de kolay bir şey olmasa Sınırı; İlâhî Ölçü ve HevâTerazisi olmayan manavın işi daha zordur, ölçüsü olmayan ya da ondan daha kötüsü yanlış ölçüler kullanan bir insanın durumu. Zorluğun ve kolaylığın ölçüsü nedir? İman ve ibâdetlerle güçlenmeyen kimse, farkında olmasa da rûhen hasta insan, halüsinasyonlar görecek, kolayı zor, zoru kolay sanacaktır. Kendini o kadar ihmal etmiş, iç dünyasını o kadar fakirleştirmiştir ki câhiliyye insanı, kendini güçlendirecek mânevî gıdaların ve iyileştirecek ilaçların düşmanı kesilmekte ve bunlardan yararlanmayı çok zor olarak görmektedir. Şeytanın “bak” dediği yerden bakmanın, Allah’ın “gör” dediğini görmek istemeyip Allah’ın “kör” dediği bakar körlerin tavrıdır bu. İnsan, hiç de zor olmayan bir güzelim ibadete, şeytanın ikram ettiği kara gözlükle, tâğutların yönlendirdiği yerden ve terbiye edilmemiş arzularının istikametine doğru bakarsa, çukur ve tümsek aynaların gösterdiği gibi, eşyayı olduğundan çok farklı görecek, kolay bir ibadet ve itaati, gücünün yetmeyeceği zorluk gibi algılayacaktır. Meselâ; “Andolsun Biz, Kur’an’ı öğüt alınsın diye anlaşılması için kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu?” 54/Kamer, 17, 22, 32 diyen Rabbi yalanlarcasına “Kur’an’ı anlamak zordur, onu biz anlayamayız” diyen anlayışsızlık bunun ürünüdür. Beş vakit namazı fazla gören, yaz sıcağında ya da kış soğuğunda orucun zor olduğunu düşünen, ama tâğutlara kulluk yapmayı kolay sanıp o rezilliği tercih eden kimse, üzerinde “made in İblis” yazılı kapkara bir gözlük kullanıyordur. Allah’ın nuruyla etrafına bakmayan insan, akı kara, karayı ak olarak Teâlâ, zor gibi görünen ibâdetleri farz kılmakla, esasen mü’min kullarını hayat mücâdelesine, zorluktan kurtarıp kolaylığa ve rahatlığa kavuşturmayı dilemiştir. Namazla hevâsına direnecek, kötülük ve fahşâdan uzaklaşacak, oruçla kolay kolay cihad etmeye alışacak, lüzumunda sabır yolları öğrenilecek, zekâtla nefsinin paraya kul olmasından kurtulacak, hayatın zorlukları yenilecek, âhiret saâdetindeki güzellik, kolaylık ve saâdetlere erişecektir. İbâdetler insanı olgunlaştırır, insanı maddî ve özellikle mânevî yönden güçlendirir. İbâdet ve Allah’a tâat, O’nun hükümlerine riâyet, hevâsının/nefsinin kulluğundan kurtulmuş mü’min için hiç de zor değildir. Allah’a iman edip O’na teslim olan insan, zorlukları aşacak, daha doğrusu şeytanın zor gösterdiği kolaylıkları seçecektir. Şeytan, insana kötülüğü emreder, insanın kendini küçültüp basitleştirmesine, ibâdetleri zor zannedip onlarla yücelip güçlenmesine engel olmak şeytana ve hevâsına kanmayacak, imtihanını kazanma gayreti içinde Allah’a kul olmanın, başka tüm kulluklardan daha kolay ve daha güzel olduğunu unutmayacaktır. İslâm’ın hükümleri ne zordur, ne de çok basit. Müslüman da en küçük görevi zor kabul edip kaçan basitlikte ve tembellikte bir insan değildir. “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!” Devin yükü ağırdır, ama kaldıramayacağı kadar değildir. Dev için o yük kolay bir yüktür, ama seviyesi küçük olanlar için o yük, kaldırılamayacak kadar zor kabul edilebilir; bu konudaki problem, eşyanın içyüzüne vâkıf olamayan, kandırılıp yönlendirilebilen âciz alıcılarla bakmakta, yani serabı su, suyu da serap zannetmektedir. Mü’min, Allah’ın nûruyla bakar, kalp ve iman gözünü devreden çıkartmaz. Bilir ki, kâfirler, bakmasını bilmeyen bakar körlerdir. “…Onların gözleri vardır, fakat onlarla görmezler, onlar gâfillerin tâ kendileridir.” 7/A’râf, 179 “Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüslerdeki kalpler kör olur.” 22/Hacc, 46İnsanın hevâsı/nefsi, arzu ve hevesleri, doğrunun ölçüsü olmadığı gibi, kolaylığın ölçüsü de olamaz. “Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı/farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz.” 2/Bakara, 216. Dünyada insan nefsinin hoşuna giden çok şey vardır. Nefis onlara sahip olmak ister. Hatta onlara sahip olmak uğruna yanlış yollara sapabilir, meşrû olmayan işlere meyledebilir. Nefis çoğu zaman Din’in tekliflerini ağır bulur, onları yerine getirme noktasında tembellik yapar. Nefsin, dünyalıklar peşine düşüp daha da azgınlaşması, Din’in tekliflerinden uzaklaşıp kendi hoşuna gideceği şeyleri yapması için şeytan sürekli kışkırtıcı bir rol gereği bazı zorlukların, daha doğrusu nefsin ağır bulduğu birtakım güçlüklerin, ya da zor zannedilen bazı görevlerin olması normaldir. Aslında Din’in teklifleri insanın yapısına, tabiatına uygundur. Rabbimiz insana taşıyamayacağı hiçbir yük yüklemez 2/Bakara, 286. Ancak, yeryüzünde bulunuşunun, var olmasının sebebini anlamayıp, kendi hevâsına göre yaşamayı seçmiş kimseler; Din’in tekliflerini ağır bulurlar. Nitekim müşrikler, kendilerinin Kur’an’a dâvet edilmelerini çok ağır bir teklif olarak kabul etmektedirler 42/Şûrâ, 13.İnsanoğlu, dünyada geçirdiği ömürden, sıhhat ve âfiyetten, kazanıp harcadığı mal-mülk ve servetten, harcadıklarından, harcamayıp geride bıraktıklarından… birer birer hesap verecektir. Buhârî’nin rivâyet ettiği hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, “İki nimet vardır ki insanların çoğu bunların değerinden habersizdir Sağlık ve boş vakit.” Buhâri, Rikak 1; Tirmizî, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15. Zira kazanmak ve hayır yapmak bunlara bağlıdır. İnsan, yapması gerekirken yapmadıklarından ve yapmaması gerekirken yaptıklarından, söylemesi gerekirken söylemediklerinden ve söylememesi gerekirken söylediklerinden sorulacaktır. “O gün, dünyada kazanıp harcadığınız nimetlerden hesaba çekileceksiniz.” 102/Tekâsür, 8 “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu onun karşılığını görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” 99/Zilzâl, 7-8İnsan, sorumludur. İnsan yeryüzünün halifesidir; seçme hakkına sahip irâdeli bir varlıktır. Âhirette, dünyada işlediklerinden tek tek sorulacağı gibi, dünyada da sorumsuzca davranışının karşılığını görür. Dilediğini yapan, dilemediği karşılığı alır. Elbette, dünya ceza ve ödül yeri değil; imtihan yeri olduğundan, nice suçlar dünyada cezasız kalabilir. Allah imhâl eder ama ihmâl etmez. Hiçbir suçun ve hayrın karşılığını ihmâl etmez, ama dilediğini sonraya erteler; bu sonra bazen âhiret Evren Allah’a İtaat EtmektedirKur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor“Gökte ve yerde her ne varsa hepsi de isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuşlardır. Böyle olduğu halde onlar, Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki O’na döndürüleceklerdir.” 3/Âl-i İmrân, 83 Âyette “isteyerek” kelimesi “itaat” kelimesiyle ifade edilmektedir. Bunun anlamı yerde ve gökte olan şeyler, ister Allah’a gönülden teslim olarak itaat edici olsunlar, isterse bundan hoşlanmasınlar; her şey O’na teslim olmak zorundadır. Peki gökler ve yeryüzü, gönül rızası ile severek ve isteyerek mi; yoksa istemeyerek, zoraki ve mecburen mi Allah’a ve O’nun yasalarına uyuyorlar? Cevabını, onları sadece dış görünüşüyle ve çok yüzeysel ve de kısmî olarak tanıyan bizim verebilmemiz yarattıklarını en iyi tanıyan O’dur. “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” 67/Mülk, 14 Öyleyse cevabı O’ndan öğrenelim “Sonra buhar halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye İsteyerek veya istemeyerek, gelin!’ dedi. Her ikisi de İsteyerek/itaat ederek tâiîn geldik’ dediler.” 41/Fussılet, 11 Burada dünyanın ve göklerin Allah tarafından kendilerine yüklenen görevlerin gereğini isteyerek, seve seve yerine getirdikleri vurgulanmaktadır. Bu âyette geçen “kerhen = istemeden, zorla” ifadesinin karşıtı, itaat kelimesinin kökü olan “tav’an = isteyerek” kelimesi olduğu gibi; aynı zamanda “isteyerek” anlamı verilen “tâiîn = gönülden itaat ederek” kelimesinin kullanılışıdır. Bu kullanım, Kur’an’ın itaat kavramı hakkındaki mantığını gösterir İçlerinde, hoşlanmadıklarını gösteren bir sıkıntı duyarak, gönülsüz bir şekilde uyar gözükmenin “itaat” olarak kabul edilmediği; ancak, gönülden boyun eğerek, tam bir teslimiyetle 4/Nisâ, 65 boyun eğmeye “itaat” dendiğidir. Bu özellikleri taşımayan, yani gönülden ve severek yapılmayan bir uymanın/zarurî teslimiyetin, itaatkâr mü’minlerin değil; münâfıkların tavrı itaat, evrenle uyum içinde ve onlarla kardeş olup bütünleşmedir. İnsan dışında bütün varlıklar Allah’a itaat etmektedirler. Bütün evren, gökler, yer ve buralarda bulunanlar, Allah’a teslim olmuşlar, O’na secde etmişler ve O’nun emrine itaat edip uymuşlardır 3/Âl-i İmrân, 83; 13/Ra’d, 15; 41/Fussılet, 11. “Sonra yine kalpleriniz katılaştı. İşte onlar kalpleriniz şimdi katılıkta taş gibi, hatta daha da katı. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır/kaynargözyaşı döker. Taşlardan bir kısmı da haşyetle, Allah korkusuyla yukarıdan aşağı düşer. Allah, yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir.” 2/Bakara, 74“Eğer Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan huşû ile baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” 59/Haşr, 21 İnsan kadar yüce vasıflarla donatılmamış, yer ve gök Allah’a isteyerek itaat ettiği, bu coşkusunu sergilediği halde, insanın itaat etmemesi uygun olur mu? O takdirde en güzel biçimde yaratılan 95/Tîn, 4 insanın, yeryüzüne halife 2/Bakara, 30 olması mümkün olur mu? O zaman esfel-i sâfilîn/aşağıların en aşağısına 95/Tîn, 5, en alçak yere/cehenneme lâyık olmaz mı?Âyetlerde açıkça görüldüğü gibi itaat, Allah’ın ve Rasûlü’nün verdiği hükme rızâ göstererek gönülden bir teslimiyetle boyun eğme anlamını taşımaktadır. Allah’a ve Peygamber’e gösterilecek itaatin; zoraki, yapmacık, gösteriş için, istemeye istemeye yapılması itaat sayılmaz. İtaatin içten, gönülden gelmesi gerekir. Mü’min, peygamberin yolunun, onun sünnetinin doğru olduğuna kesin olarak kanaat etmeli ve itaatinde hiçbir şüphe ve sıkıntı duymamalıdır. Gönülsüz bir itaat, Kur’an’da imansızlık göstergesi olarak değerlendirilir “Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” 4/Nisâ, 65Allah’a ve Rasûlü’ne itaatten yüz çevirmek, insanın küfrünü gerektiren bir durumdur “De ki Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” 3/Âl-i İmrân, 32 Mutlak otorite Allah’tır. O’nun izni, bir şeyi meşrû, helâl, mubah kılar; izin vermediği, yasakladığı bir şeyi de meşrû ve normal kabul etmek, mutlak ve nihâî otorite olan Allah’ın bu yetkisini başkalarına vermektir. “Yoksa, Allah’ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşrû kılacak ortakları mı vardır?” 42/Şûrâ, 21 Allah’ın emrine boyun eğmeğe yanaşmayan, itaatte Allah’tan başkasına, Allah’ın kendilerine itaati yasakladıklarına yönelerek onların icat ettiği İslâm’a ters kuralları benimseyerek onlara itaat eden kimse, diliyle farklı iddiada bulunsa da, şirk başkasına ve O’nun izin vermediği kişi ve ilkelere itaatin, insana huzur vermediği nice acı tecrübelerle görülmektedir. Allah’a ve Allah rızâsı için O’nun müsaade ettiklerine itaat, hayat verici, mutlu edici, iki cihanda aziz eden bir itaattir. Dünyada huzur ve âhirette kurtuluş ancak bu itaatle gerçekleşir. Çünkü itaat, imanın gereğidir. Allah’a itaat etmeyen, Rasûlullah’tan, müslüman emir sahiplerinden, ya da kâmil mü’minlerden ayrı bir yola sapan kimsenin varacağı yer, cehennemdir “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda bırakırız ve cehenneme sokarız; o, ne kötü bir yerdir.” 4/Nisâ, 115 Kim Allah’a ve Peygamberi’ne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azâb vardır.” 4/Nisâ, 14Toplum halinde yaşamak zorunda olan insanların fesat ve kargaşadan kurtulmaları için, düzen ve âdil otoriteye, sadakat ve itaate zaruret vardır. İnsanlar toplum halinde itaatsiz yaşayamaz. Problem, kime ve niçin itaat edilmesi konusunda düğümlenir. İnsanların, kendileri gibi zaaflara sahip, bazı konularda kendilerinden daha kötü bir insana itaat etmeleri, kısmî faydaları yanında daha büyük zararlara yol açmaz mı?Tarihten günümüze binlerce defa görülmüştür ki, zulmün, diktatörlüğün, tuğyanın, müstekbirliğin, sömürünün, yani şirk ve küfrün bütün farklı çizgilerinin temel sebebi, otorite hususu, emir ve itaat konusundaki gayr-ı meşrû/bâtıl ve yanlış anlayışlardır. İnsanın insana ilâhlık taslamasına, onu emir kulu kabul edip istediği gibi yönetip yönlendirmesine kim izin vermektedir? Özgürlük ve demokrasi taraftarları da bu konuda, insanın şerefini koruyan ve zulmü önleyen tatmin edici cevaplar verememektedir. İtaatsiz yaşanmıyor ve insana itaat de nice probleme sebep oluyorsa, çözüm nedir?Tartışılmaz üstünlüğü olan, tüm insanlardan daha yüce, insandaki eksiklik ve yetersiz bilgi, zulmetme eğilimi gibi hiçbir zaafı olmayan, insanın her yönünü insandan daha iyi bilen Allah’a itaatin dışında bir çözüm olamaz. O, hem insanları, hem tüm evreni yaratan ve onlara hükmedendir. İtaat edilmeye lâyık tek varlıktır. Allah’ın dışında mutlak itaat edilmeye lâyık kimse yoktur; O’ndan başkasına itaat, ancak O’na itaat sayıldığı yerlerde, yani yetkisini ve sınırını O’nun belirlediği ve O’na itaat edenlere itaat ölçüsünde doğru olacaktır. O’nun dışında kimse kimseye rablik yapamaz, ilahlık taslayamaz. İnsanların insanlara haksız hükmü tahakkümü doğurur. İnsanların Allah’a itaati ise adâlet, huzur ve saâdeti neticelendirir. Şu bunalım çağını saâdet asrıyla barıştırıp bağdaştırmak, saâdeti bu asra taşımak, asr-ı saâdeti güncelleştirmek için bundan başka çözüm Basitlik Değildir Ama Kolaylıktır!İslâm, hayata/fıtrata rağmen gelmiş bir din değildir. Onun amacı insana dünyayı dar etmek de değildir. Bilakis, hayata hayat vermek için gelmiştir. Dinin gâyesi, insanın fıtratını zorlamaksızın dünya ve âhiret saâdetini te’mine mâtuftur. Din, insanı yeniden inşâ eden, ahlâkî tekâmülünü gerçekleştirmesine zemin hazırlayan bir hakikattir. İnsanı gerilimlerden uzak tutarak ihtiyaçlarının giderilmesini öngörür. Fıtrat dini İslâm, bu yapısı ile “kolaylık” üzere inşâ edilmiştir; kolaylık/yaşanılabilirlik bu dinin tabiatında kolaylık üzere binâ edilmiştir; yaşanılabilirlik bu dinin tabiatında vardır. Ancak bu, bir başıboşluğu, her şeyin câiz ve serbest olabileceğini ifâde etmez. Elbette ki bu kolaylığın da bir sınırı vardır. Kur’ân-ı Kerim’de yer yer şu ifâdelere rastlamaktayız “İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, onu orada ebediyyen kalmak üzere zemîninden ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte en büyük kurtuluş budur. Kim de Allah’a ve Rasûlüne isyan eder, sınırlarını aşarsa, onu da orada ebedî kalmak üzere ateşe sokar.” 4/Nisâ, 13-14 “İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphe yok ki kendine zulmetmiş olur.” 65/Talâk, 1Müslümanca Yaşayış Güzel ve Kolay; Gayri İslâmî Hayat Çirkin ve Zor Bir Yaşamdırİnsanı en iyi tanıyan, onun gücünün neye yeteceğini bilen merhametli Allah, ona kolay dini vermiş, kaldırabileceği yükü yüklemiştir. Allah’a teslim olmuş müslüman bir kula da Allah’a itimat, güven ve tevekkül yakışır. “Sen bunları yapabilirsin, gücün yeter, bunlar kolaydır, senden zorluk istemiyorum” deniyorsa, “hayır, yapamamam, zor!” demek, her şeyden önce bir isyan ve yalanlamadır. Sırât-ı müstakîm, dosdoğru yol demektir; Peygamberlerin, sıddıkların, şehid ve sâlihlerin 4/Nisâ, 69 yoludur. Bu dosdoğru İslâmî yolda yolculuk kolaydır, ayağı kaymadan nice insan bu yoldan yürümüştür. Ayrıca bu yolda tehlikelere karşı uyarılar, işaretler, yardımlaşmalar, İlâhî ikram ve ihsanlar vardır. Diğer yollar sapıklıktır, dolambaçlı, zigzaglarla dolu ve kaygandır, zordur. Yaşadığımız ülke dâhil, hemen bütün dünyada yürürlükteki kapitalizm, insanların hayatını zorlaştırmaktan başka bir şey getirmemiştir. Tüketim ve israf toplumu, bunalım toplumuna dönüşmüştür. Herkes daha çok tüketmek için, daha çok kazanmaya, dolayısıyla daha zor bir hayata kendini mahkûm ediyor. Bu, kırılması mümkün olmayan bir kısır cesârettir, takvâ sahibi olmak güçlü olmaktır. Mü’min inanır ki, Allah zoru kolaylaştırır, kolayı zorlaştırır; bütün bunlar İlâhî hikmet ve sünnetullah dâhilinde ortaya çıkar. Hayattaki zorlukların kolaylaştırılmasının adı İslâm’dır. Şeytan olumlu bir şeyi terkettirmek için onu zor gösterir. İnsan zordan kaçmaya meyillidir. Ama bu şeytanî/nefsî oyuna gelmeyen nice insan sebat ve ısrar ederek başarılı olmuş, bir zamanlar kendisinin veya başkalarının zor dediğinin hiç de zor olmadığını anlamış ve isbat dağları deldirir, olmazları oldurur. Esas sevgi, Allah sevgisi ve Allah için olan sevgidir. Dini, imanı sevdiren de Allah’tır. “Allah, size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size küfrü, fıskı ve isyânı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş/irşâd olmuş olanlardır.” 49/Hucurât, 7. İman sevgisi, dünyadaki her zorluğu kolay ve güzel kılan esrârengiz bir güçtür. Zorlukların en büyüğü, fedâkârlığın en yücesi, candan geçmektir. Ama Allah sevgisiyle dolu bir mü’min şehâdeti kolaylıkla arzular ve bu arzusuna ulaşmak için gözüne güzel gelen ölüm de ona kolaylaştırılır “Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehid olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar.” Tirmizî, Fezâilu’l-Cihâd 26; Nesâî, Cihad 35; İbn Mâce, Cihad 16Günümüzde İslâm’ı yaşamak ve hayata geçirmekle ilgili zorluk, dinin ve dinî kuralların zorluğundan ileri gelmiyor; İslâm düşmanı egemen güçlerin ve tâğûtî düzenlerin, müslümanların dinlerini yaşaması önüne sayısız engeller koymasından, baskı ve zulümlerinden kaynaklanıyor. Dinin yaşanması zorlaştırılıp haramlar, mecbûrî istikamet işaretleriyle topluma dayatılınca kısır döngü şeklinde hayatın her alanı da zorlaştırılmış gerçek din için geçerlidir. Dini parçalara ayırmak veya infak, sâlih amel ve takvâ gibi esasları ihmal etmek, sünnetullah gereği kolaylık yolunu terketmektir. Din, bir bütün olarak kolaydır. İlâve veya eksiltmelerle değiştirilen, atma ve katmalarla dejenere ve tahrîf edilen bu din Allah’ın râzı olduğu, tamamlanmış İslâm dini olmaktan çıktığı için kolaylık da kaybolur. Namaz kılmayan kimsenin, fahşâ ve münkerden uzaklaşması zordur. Oruç tutmayanın sabırlı olması ve cihada hazırlanması kolay değildir; aynen zekât vermeyenin, infak etmesi ve fedâkârlık göstermesinin zor olduğu gibi. İbâdetlerle güçlenmeyen ve fıtratındaki güzelliği korumayan bir insana İslâm’ın bazı emir ve yasakları zor gelebilecektir. Temel gıdalarla yeterli şekilde beslenmeyen, vücut için zarûrî yiyecekleri yemeyen kimse gerekli enerjiye sahip olamadığı için za’fiyetten dolayı nasıl basit işleri yapmakta zorlanırsa, mânevî/rûhî gıdalarını almayan kimse de mânevî ve psikolojik za’fiyetinden ötürü, aslında hiç de zor olmayan görevleri yerine getirmekte zorlanacaktır.“Lâ râhate fi’ddünya.” İnsan, zaten dünyada tam ve mutlak bir kolaylık içinde yaşayamaz; Bu kural, zengin-fakir, her dönem ve her yerdeki tüm insanlar için geçerlidir. Yoksa, cennetin kıymeti olmazdı. İnsan, hayatın zorluklarını ya Allah için çekecek ve bu zorlukları kolaylık ve güzelliklere çevirecek ve âhiret sermayesi yapacak, ya da gayri meşrû bir amaç uğruna zorluklara katlanacak, zorluklar katlanarak büyüyecek ve öteki dünyada zor bir hayat onu ümmetler, başlarında peygamberler olduğu halde, çok büyük zorluklarla imtihan olmuşlardı. Habbâb İbnu’l-Eret anlatıyor “Rasulullah Kâbe’nin gölgesinde bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip müşriklerin yaptıklarından şikâyette bulunduk “Bize yardım etmiyor musun, bize duâ etmiyor musun?” dedik. Şu cevabı verdi “Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah’a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine bindimi San’a’dan kalkıp Hadramût’e kadar gidecek, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.” S. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1; Ebû Dâvud, Cihad 107, hadis no 2649; Nesâî, Zînet 98, 8/204Allah, eski ümmetlerin bu zor imtihanları gibi imtihana tâbi tutulmamamız ve ağır yüklerden muaf olmamız için Kendisine duâ etmemizi bize öğretir “Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize acı!” 2/Bakara, 286. Hz. Mûsâ şeriatının İsrâiloğullarına yüklediği ibâdetlerin ağırlığı, Hz. İsa’nın kendi tâkipçilerine tavsiye ettiği dünyayı terk etmeye ve ondan sonra hıristiyanların icat ettiği ruhbanlık özellikleri gibi durumları, kaldıramayacağımız veya çok zorlanacağımız imtihanlardan Allah’ın bizi muaf tutmasını istiyoruz. “Rabbimiz, bizden önce Senin yolundan gidenlerin sınandığı zor engel ve sınavlarla bizi sınama!” diye duâ etmemiz gerekiyor. Hak yola tâbi olanların zor sınav ve denemelerden geçirilmelerinin Allah’ın kanunu olmasına rağmen, bir mü’min bu yolda kendisine kolaylıklar göstermesi ve zorluklarla karşılaştığında cesâret ve sabır vermesi, zorlukları kolaylıklara çevirmesi için Allah’a duâ hiç kimseyi, yapması mümkün olmayan bir şeyden sorumlu tutmaz 2/Bakara, 286. Bununla birlikte, kişinin neyi yapıp neyi yapamayacağına kendisi karar veremeyeceği de açıkça anlaşılmalıdır. Belirli bir kimsenin, neyi yapabilip neyi yapamayacağına karar verecek olan Allah’tır. Aynı şekilde, bir şeyin kolay veya zor olduğuna hükmetmek; şeytanın ve insan hevâsının/nefsinin kararına bırakılmamalıdır. Allah bizim için zorluk dilemediği, kolaylık istediği için 2/Bakara, 185, Allah’ın bize emrettiği tüm hükümler kolaydır. Ama, nasıl birçok zorluğu ve çirkinliği bulunan haramları şeytan süslediği 6/En’âm, 43, kolay ve güzel gösterdiği gibi; Allah’a ibâdet ve itaati de zor göstermeye yaşamak, ibâdet ve tâatla Allah’a teslim olup O’na yönelmek, aslında hayatı kolaylaştırmaktır. Fakat insan şeytanla ve günahlarla imtihan edildiğinden nefsi/hevâsı ona ibâdetleri ve İslâmî hayatı zor gibi gösterir. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur “Dünya hayatında onlara sadece bir azap vardır. Âhiret azâbı ise daha meşakkatlidir/şiddetli ve zordur. Onları Allah’tan O’nun azâbından koruyacak kimse de yoktur.” 13/Ra’d, 34Zorluklar, başarının değerini arttıran süslerdir. İnsanın en büyük dostu zorluklardır. Çünkü insanı karşılaştığı zorluklar güçlendirir. Unutmayalım; bir dolu kova taşımak, iki dolu kova taşımaktan zordur. Yani sadece dünya kovasını suyla doldurup taşımaya çalışan kimse, âhiret kovasını denge unsuru olarak yüklenmeyen kimseden çok daha fazla zorlanacaktır. Tek kanatla uçmaya çalışan kuş gibi istenilen yere doğru uçamayacak, selâmete ulaşamadan düşüp kalacaktır.“Rabbi yessir ve lâ tuassir, Rabbi temmim bi’l-hayr Rabbim! Zorlaştırma, kolaylaştır. İşimi hayırla tamamlamayı nasib et!”Ahmed Kalkan
Şura 21 Yoksa onların bir takım ortakları var da, dinen Allah'ın izin vermediği şeyleri kendileri için yasallaştırıyorlar mı?Zümer 3 Dikkat edin! Halis din, yalnız ve yalnız Allah'ındır... Din, yalnız ve yalnız Allah'a mahsustur. Peygamberlere de ancak tebliğ görevi verilmiştir. İnsanlar için gerekli ilâhî hükümler Kur'ân-ı Kerîm ile belirlenmiştir. Kitap'ta yer almayan, izin verilmeyen bir takım uydurulmuş şeyleri diledikleri gibi din yapanlar, Allah'a ortak koşan zalimlerden başkası değildir.”Kur'ân da aşırı örtünme olmadığı halde, niçin İslâm Ülkeleri'nde kadın, çarşaftan peçeye kadar, türlü bezlerle kapatılmıştır? Bunun nedenleri araştırıldığında, İslâm Din'i ile hiç bağdaşmadığı, hastalığın tamamen toplumun yapısında olduğu anlaşılır. Arap ülkelerindeki çok evlilik ve cariye sisteminin neticesinde, aile yuvasındaki evin hanımları, kocalarını birçok eş ve cariye ile paylaşmak mecburiyetinde kalmıştır. Kadınların haklı isyan ve kıskançlıklarını önleyebilmek için, din gereğidir uydurmasıyla, onları aşırı örtünmeye tabi tutarak, eve kapamışlardır. İslamiyet’in geldiği dönemlerde Arap toplumunda çok evlilik hat safhada yaygındı. Her şeyin güç ile ölçüldüğü o devirde kadına değer verilmez, ikinci sınıf insan muamelesi yapılırdı. Bir erkeğin 10-15 eşi olabilir, boşadım sözü ile de kadın her an kapı dışarı konabilirdi. İslamiyet; aile yapısını ıslah etmek için, önce evliliği dört hanımla sınırlamış ve bunun için de ağır şartlar getirmişti. En uygun ve adil olanın tek eşlilik olduğu belirtiliyordu, çok eşle evlenme alışkanlıklarının terk edilerek, tek eşle yetinilmesi zamana bırakılıyordu. Peygamber Efendimizin vefatından sonra birden fazla evlilik bırakılacağı yerde, erkek nefislerinde taht kuran çok eşlilik, Dinî hüküm olarak genelleştirildi. Yeni eşlerin gelmesiyle mağdur olan birinci eşlerin isyanı, aşırı örtünme ve eve kapatmakla önlenilmeye çalışıldı. İslâmiyetten önce Arap toplumunda, kabileler arası savaşta esir alınan köleler ve cariyeler bulunmaktaydı. Onların hürriyeti yoktu, perişan bir durumdaydılar, muhtelif işlerde çalıştırılır, mal gibi de satılırlardı. Kız ve kadınlardan oluşan cariyeler sahibinin bütün arzularını, bu arada cinsel isteklerini de yerine getirmek mecburiyetinde geldiği zamanlarda, Arap toplumuna kölelik ve cariyelik iyice yerleşmişti. Bunu yasaklamak mümkün değildi. Kur'ân; bu zavallı insanlara yapılan zulmü ortadan kaldırmak için, özendirici teşvikler yaparak köleliğin yavaş yavaş terk edilmesi gereğinin mesajını, birçok ayetlerle verdi. Nûr 24/33 ...Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın...» Her türlü zulmün karşısında olan İslâmiyet, zaman içinde bu haksızlığın giderilmesini istiyordu. Hz. Peygamberimizden sonra kölelik tamamen kaldırılacağı yerde, Emevî ve Abbasiler zamanında, İslâmı yayma savaşları ile ele geçirilen binlerce insan, köle ve cariye haline getirildi. Pazarlardan satın alınan cariyelerin, efendileri sahipleri ile cinsel ilişkide bulunmaları, evin nikâhlı hanımında büyük sıkıntılara neden olmaktaydı. Kadın yuvasını terk ederek baba evine gittiği gibi, cinsel intikam istekleri de önlenemez hale gelirdi. İşte Kur'ân da bulunmayan bu aşırı örtünme ve eve kapama, kadının cinsel intikam hislerini önlemeyi amaçlayan bir tedbir olarak, İslâm ülkelerinde asırlarca uygulanmıştır. Kimler aşırı örtünmeyi yaygınlaştırdı? Dünya nimetlerine, bilhassa kadınlara aşırı düşkün, ilim ve imandan yoksun devlet adamları, parayı tanrı edinen zenginler ile sözde din adamları; aralarında tam bir işbirliği yaparak, kendi kötü nefisleri istikametinde kadını aşırı kapatmışlar ve insan haklarına aykırı birçok uydurma hükümler oluşturarak onları eve hapsetmişlerdir. Bilhassa din adamlarının? davranış ve faaliyetleri çok üzücüdür. Kur'ân'daki bazı ayetler bilerek yanlış yorumlanmış veya çarpıtılmıştır. Kadınların giyim-kuşamı ile ilgili birçok uydurma hadis üretilerek, kadının tüm vücudu hatta sesi bile zinet kabul edilmiştir. Ayrıca kişisel yorum ve fetvalar ile kadın ile ilgili Kur'ân ayetlerine aykırı birçok hükümler de oluşturulmuştur.” Bkz. Prof. Dr. Zekeriya Beyaz-İslâm ve Giyim Kuşam-Say230-240.XIII. yüzyılda yaşayan çok önemli bir Kur’an yorumcusu, Nisa 24, Nur 31, Nur 33. ayetleri uydurma hadisler ışığında yorumlayarak cariyelerin “mal” olduğu sonucunu rahatlıkla çıkarabilmektedir/uydurabilmektedir. İslam’ın gelişinden itibaren yüzyıllar geçtiği halde, kaldırılmak istenen bu meş'um gelenek, klasik tefsirlerle yaşatılmıştır. Ancak cariye olmamak ve cariyelikten kurtulmak için, kadın olmak hatta Müslüman kadın olmak bile yetmemiştir. Çünkü cariyelerin Müslüman olup olmamaları fark etmemektedir. Günümüzde bile bu ilkel sosyal sınıfın varlığını, teorik düzlemde hem de İslam’a dayanarak savunanlar hayli fazladır. Örneğin çağdaş İslam fıkıhçılarından Vehbe ez Zühayli, cariyelerin hür kadınların statüsünde olmadıklarını ve avret mahallerinin diğer kadınlardan farklı olarak, aynen erkeklerinki gibi, diz kapağı ve göbek arası yer olduğunu söylemiştir. Ülkemizde din adına Araplaşmanın en temelli aracı kılınan kadın, cariyelik, türban, çarşaf ve "mahrem" gibi nitelemelerle tanımlanmıştır. Deyim yerindeyse, kadın ve örtünme konusunda birbiriyle bu kadar çelişen, insan akıl ve havsalasını bu denli dumura uğratan, kadını insandan aşağı, cariyeyi de kadından aşağı gören bu bir yığın rivayet keşmekeşi, İslam’ın kadına bakışını gölgelemiştir. Bu çelişkili ve onur kırıcı rivayetler, zaman zaman fark edilip yumuşatılmaya çalışıldıkça iş daha da karmaşık bir hal almış, çığırından çıkmıştır. Cariyelerin neden örtünmeleri gerekmediği sorusu, efendilerine hizmet için sık sık dışarı çıkmak zorunda kaldıklarından onları örtünme zahmetinden kurtarmak içindir, gibi, özrü kabahatinden büyük, mantıksız, insafsız ve cahilce yorumlar yapılmıştır. Şimdi ayetler ışığında gerçekte İslam’da cariye kadın köle, erkek köle denilen bir sınıfın olup olmadığına bakalımEnfal 67 Ölümüne girdiği zorlu bir meydan savaşı sonucu değilse esir almak bir peygambere yakışmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah sizin için ahireti istiyor. Allah çok güçlüdür, çok 68 Eğer Allah sizi bağışlayacağını Levh-i Mahfuzda yazmış olmasaydı, aldığınız fidye yüzünden size büyük bir azap ayet Bedir savaşında ele geçirilen esirlere ne yapılması gerektiği tartışması çıkınca nazil göre Hz. Peygamber’in yanına içlerinde kendi amcası Abbas ve amca çocuğu Akil b. Ebi Talip’in de bulunduğu yetmiş esir getirildi. Hz. Ebubekir bunların fidye alınıp serbest bırakılmasını teklif ederken, Hz. Ömer öldürülmelerini, Abdullah ibn Revaha da odunu bol bir ateşte yakılmalarını teklif etti. Hz. Peygamber ise fidye alınarak serbest bırakılmaları yönünde eğilim gösterdi. Razi, İbn Kesir, Kurtubi Görüldüğü gibi Peygamber, din ile ilgili olmayan bu tip konularda kendi nefsine göre karar vermiyor, iştişare/şura ile karar veriyordu.Dikkat edilirse ayette fidye almanın kınanıp, Hz. Ömer’in görüşü doğrultusunda öldürülmeleri gerektiği yolunda bir görüş belirtilmiyor. Sonuçta esirlerin öldürülmemiş olması, Allah tarafından da Hz. Ömer’in teklifi doğrultusunda öldürülmesinin istendiği yorumunu geçersiz kılmaktadır. Bilakis, tartışmaya katılan tarafların hepsi birden eleştiriliyor ve bu tartışmanın kendisi mahkûm ediliyor. Kur’an, esirlere ne yapılacağı konusunda taraf olmuyor. Ömer’in teklifi doğru Ebubekir’inki yanlış demiyor. Kur’an’ın burada odaklandığı şeyin, kendilerinden çok şey beklediği Bedir’e çıkan bu bir avuç insanın “saf bir yürek temizliği içinde” olup olmadıkları olduğunu anlıyoruz. Yani asıl ganimet, ele geçirme, fidye, boyunlarını vurma, ateşte yakma vs. bunlar için tartışıp durmalarına “Siz bunlar için savaşmadınız, sizin davanız esir, köle, fidye, ganimet, öldürme, yok etme vs. değil” demeye getiriyor ve demek istiyor ki Ölümü göze alarak, yiğitçe ve mertçe giriştiği bir meydan savaşı sonucu olmadıkça bir peygambere esir almak yakışmaz. Savaşta yenilen taraf esir düşer; bu savaşın evrensel bir kuralıdır. Fakat bundan kişisel menfaat temin etmeye kalkmak, insanları köleleştirme amacı için kullanmak doğru değildir. Zafer sarhoşluğu içinde elinize esir düşen insanları öldürmeyi veya onları para karşılığı serbest bırakmayı düşünebiliyorsunuz. Hâlbuki siz saf hürriyet ve adalet savaşçısı olmalısınız. Böyle şeylere tenezzül etmemeniz gerekirdi. Size yakışan budur… Sonuçta, önceden fidye karşılığı esirlerin bırakılmasına rağmen, bu ayetten sonra artık esirlerin her on kişiye okuma yazma öğretme karşılığı serbest bırakıldığını görüyoruz. Bilebildiğimiz kadarıyla da dünya tarihinde bu bir ilk olmuştur.“Kur’an’ın ruhunu” bu olay vesilesi ile çok iyi kavradığı anlaşılan Hz. Ömer’in sonraki icraatlarının hep bu yönde olduğunu görüyoruz. O Hz. Ömer ki sonraki savaşlarda esir alınıp köle pazarlarında satılmak istenen insanları serbest bırakıp memleketlerine geri göndertmiştir. Hele, Bedir’de ortaya çıkan “Kur’an’ın ruhu”nun, Hz. Ömer’den sonra Hz. Ali’de billurlaşan ifadesini şu olayda daha da net görüyoruz;Hz. Ömer’in hilafeti sırasında Suriye’nin fethi sebebiyle sayıları yüz bini bulan erkekli kadınlı esirler ele geçmişti. Bu kadar insana ne yapılacağı sorun olunca Hz. Ömer sahabeleri topladı ve onlara görüşlerini sordu. Yapılan tartışmalar sonucunda hepsi için “idam” kararı çıktı. Fakat bu Hz. Ömer’in içine sinmedi ve kararı kabul etmeyerek, o anda hasta olduğu için toplantıya gelemeyen Hz. Ali’ye haber gönderdi ve görüşünü sordu. Hz. Ali “Ey Ömer! Bunların hepsi Bizans’ın zulmü altında inleyen sefil ve biçare insanlardır. Artık bunlar bizim halkımızdır. Bunların kolları ve cesetleri kazanıldı, şimdi de yüreklerinin kazanılmasına sıra geldi. Görüşüm şudur Hepsini kayıtsız şartsız serbest bırak! İslam’ın sevgi, merhamet ve adaleti altında saadetle yaşasınlar. Varsınlar çoluk çocuklarına kavuşsunlar.” Filibeli Ahmet Hilmi; İslam Tarihi, shf. 287Hz. Ali, Hz. Ömer’in şahsında gelecek nesillerin Müslümanlarına çok esaslı bir mesaj veriyor ve adeta şunu demeye getiriyor “Biz bu dini niçin kabul ettik, bu din neden var? Et kokmuş, tuz da kokarsa halimiz nice olur. Neden, niçin savaşıyoruz ey Ömer!” Hz. Ömer bu görüşü büyük bir sevinçle kabul etti. Yüz bin esirin serbest bırakılması için derhal bölge komutanı Ebu Ebeyde b. Cerrah’a emir gönderdi. O devrin savaşlarında eşi ve benzeri görülmeyen bu alicenap hareket, o yüz bin esiri, İslam’ın gönüllü savaşçısı haline getirdi. Böylece İslam, fethettiği o gün için Bizans toprağı olan Suriye’den bir daha çıkmadı… “Fetih” açmak demek; gönüller açmak, yürekler fethetmek… İşgal ise zorla şekillendirmek… Bugün üzerine yan gelip yattığımız İslam dünyası topraklarının ne ile kazanıldığını sanıyorsunuz? Dünya Bizans’ın ve Sasani’nin zulmü altında ezilirken, İslam’ın, o günkü dünya kamuoyunda estirdiği hürriyet ve adalet rüzgârı ile değil mi?Kur’an fekku ragabe kölelik zincirlerini kırmak, parçalamak ve tahriru regabe kölelere özgürlük, hürriyet diyerek köleliği kaldırma çağrısı yaptı. Aşama aşama kaldırma operasyonlarına girişerek köleliğin olmadığı bir toplum idealini Müslümanların önüne koydu. Bu çağrı o günkü dünyada muazzam bir rüzgâr estirdi. Fakat köleci dünya buna direndi. Hayatın diğer tüm alanlarında olduğu gibi, savaşlardan da en çok zarar gören kadınlar oluyordu. O günkü dünyada savaşta yenilenin, borcunu ödeyemeyenin kendisi köle, karısı veya kızı da cariye olurdu. Kadınlar alınıp satılır, elden ele dolaştırıldı. Bir cariye pazarına gidip kurbanlık hayvan seçer gibi kadının dişlerine, etine, boyuna posuna vs. bakıp satın alarak evinize götürebilirdiniz. Tayland da hala bu uygulama devam ediyor. Zengin batılılar parayla kadın ve çocuk satın alıp evlerine/villalarına götürüyorlar.Her zaman mağdurun, mazlumun, ezilenin yanında olan ve hatta onların sesi ve soluğu olarak doğan Kur’an’ın böylesi bir uygulamayı onaylaması mümkün müdür?Kur’an’a baktığımızda kadınların çok kötü olan durumlarını düzeltmeye yönelik ayetlerin geldiğini ve bir dizi reforma giriştiğini görüyoruz. Kadınlarla ilgili bütün ayetleri bu çerçevede anlamak icab eder. Bu nedenle Kur’an’da “cariye” kavramı geçmez. Kur’an’da geçen “meleket eymanuhum” kavramını “cariyeler” olarak yorumlayanlar yanılıyorlar. Bu kavramın cariye manasına yorulması hem beyhudedir hem de Kur’an’ın ruhundan habersiz olmak manasına gelir. Şu halde birçok meal ve tefsirde “cariye” olarak yorumlanan bu kavramı biraz deşelim ve bakalım ne demekmiş…“Cariye” kelimesi Arapça CRY kökünden geliyor. Sözlükte “olmak, geçmek, koşmak, akmak” demek… Yapmak, yürütmek, uygulamak icra, akıcı, akan, geçerli câri, kız çocuğu, halayık câriyeh, su üzerinde akan, gemi câriyetun, askerin günlük yiyeceği cerâye, rota, alt yapı, kanal, çığır, akım yeri mecra, akan, dolanan, elektrik akımı cereyân kelimeleri bu kökten… Şu halde cariye, akan, elden ele dolanan, parayla alınıp satılabilen köle kadın, özellikle de savaş sonucu esir düşmüş ve bir efendiye köle yapılmış kadın anlamına geliyor… Nisa 24 Vel muhsanatü minen nisai illa ma meleket eymanukum kitabellahi aleyküm……… Nisa 24. ayetinde belirtilen yerin bilgisiz mealciler tarafından yapılan mealleri şu şekildedirBirinci mealci; Nisa 24 Bir de harp esiri olarak elinize geçen cariyeler dışında, evli kadınlarla evlenmeniz Allah yazısı olarak haramdır…….İkinci mealci; Nisa 24 Sağ ellerinizin malik olduğu dışındaki kadınlardan evli ve özgür olanlarla da evlenmeniz haramdır. Bunlar, Allah’ın üzerinize yazdığıdır…….. Ayete bakın bakalım “CARİYE” diye bir şey yazıyor mu? ARAPÇASINDAN okuyun ve bire bir çevirin. Orada CARİYE diye bir şey yazılı mı? “Özgür”, bu kelime nedir? Özgür kadın… Yani Hz. Hatice anamız gibi MALİKE işveren kadın, ekonomik bağımsızlığını kazanmış kadın anlamına gelir…Mealciye göre; “evli ve özgür olanlarla da evlenmeniz haramdır”. Ayete bakın bakalım, HARAM KELİMESİ NEREDE? Bulur musunuz? Bir önceki ayete de bakabilirsiniz... HARAM kelimesini bize bulunuz. Ya da CUNAH günah kelimesini bulunuz Şunu unutmayın HARAM başka, GÜNAH başkadır. Domuz eti yemek HARAMDIR. Domuz etini HARAM BİLEREK YEMEK GÜNAHTIR ve dinden çıkmazsınız. Ama Günah Cûnah yerine HARAM DERSENİZ DİNDEN ÇIKARSINIZ. Haramı haram etmek sadece ALLAH’a mahsustur. Bu din ALLAH’A HAS KILINMIŞTIR, mealciye değil.Mealciye göre; kadınlardan ÖZGÜR olanlarla evlenemiyoruz. Yani bir kadın çalışıyor ve ekonomik yönden bağımsız ise yani ÖZGÜR ise onunla evlenemezsiniz ama eğer CARİYE İSE EVLENEBİLİRSİNİZ… Sizce böyle bir şey YAZAR MI ALLAH! Eğer Allahcc böyle bir şey yazsaydı, o zaman Resulullahın hemen Hatice anamızı boşaması gerekmez miydi? Özgür kadınla evlenmek GÜNAH; ama CARİYE İSE EVLENEBİLİYORSUNUZ! Benim Rabb’im bu kadar MASKARA Kur’an yazar mı? “ÖZGÜR” kelimesinin ARAPÇASINI BULUN BAKALIM AYETTEN... Lütfen... Bakalım kelime ÖZGÜR mü, yoksa başka bir şey mi?HANGİ MEAL DOĞRU ÇIKTI DA BU MEALLER DOĞRU ÇIKSIN. Mealcinin aklı fikri CARİYE ile oynaşmakta. HİÇBİR KADIN TUTUP DA MEAL VE TEFSİR YAZMAZSA, işte böyle olur! Şimdi bakalım mealcinin meal ettiği “HARP ESİRİ” KELİMESİNE… Esire dişi tutsak, bunun Arapçası var mı ayette? Ya da CARİYE diye bir laf var mı? Yok! Ayette; “Malik” kelimesinden türeyen Malekât diye bir kelime var... Şimdi soruyoruz KİMİ ESİR ALDIN EY MEALCİ? Bize açık açık göstersene mealci? Gösterin bize ayette ESİRE, CARİYE, ÖZGÜR KADIN gibi kelimeleri... Boşuna bakmayın bu kelimeleri Kur’an’da bulamazsınız, bunları ancak uyduruk meallerde bulabilirsiniz…Şimdi ayete Kur’an ışığında tekrardan bakalım“MELEKET EYMANUKUM” ifadesi harfi harfine “Sağ ellerinizin sahip olduğu” anlamına gelmektedir. Bu deyim üç manaya gelir1- Meşru şartların yerine getirilmediği, Kur’an’a göre belirtilen bir evliliğin değil de metres tarzı bir birlikteliğin sürdürüldüğü, sırf cinsellik amaçlı bir Sizden olmayıp da bakımını üstlendiğiniz üvey Savaş sonucu esir kadınlara sahip olmak. Nisa 24. ayette “meleket eymanukum” ifadesi ile kastedilen anlam ikinci anlamdır. Ancak “meleket eymanukum” ifadesi “ma” olumsuzlaştırma ekiyle kullanıldığı zaman tamamıyla zıt anlam kastedilmiş olur. Yani “ma meleket eymanukum” ifadesi artık “savaş sonucunda kadınları esir alıp, onları kullanmayın, ırzlarına geçmeyin, onlara sahip olmayın……” anlamlarına gelir.“Maa/Ma” hem soru sormak, hem de olumsuzlamak, hem de olumsuz soru sormak gibi işlevlere sahiptir. “Ma kâne hadisen YÜFTERA gibi”. HANİF İBRAHİM DİNİ ANLATILIRKEN BAKINIZ, kaç kez MA KÂNE geçiyor İbrahim ma Kane müşrikun gibi.Bakara 135 Ve kalu kunu huden ev nesara tehtedu kul bel millete ibrahıme hanıfa ve ma kane minel mesela “İbrahim ma kane müşrikun” denilerek “MİNEL” kelimesi ayette yer almasaydı, İbrahim "Müşrik miydi acaba" diye Allah sormuş olurdu. Ama “ma kane... MİNEL” dediğimizde anlam değişir ve MÜŞRİK olmadığı ortaya bu açıklamalardan sonra Nisa 24. ayette “minen” ve “Ma meleket eymanukum” kavramları ışığında ayete tekrardan bakarsak ayetin, şunu açıkladığını görürüz SAVAŞTA ESİR KADIN ALMAYIN. Ayrıca ayet kapsamında; Esire, tecavüz, ırza geçmek, işkence vb. her şey ele alınmış ve bu tip davranışların hepsi YASAKLANMIŞTIR. AYET NE YAZIYORDU diye şimdi dönüp tekrardan bir bakın! “Sakın ha düşmana ait kadınlardan savaşta yararlanmayın”Ya da daha açık bir biçimde; “Savaş durumunda düşmana ait kadınlardan sakın yararlanmayın, onlara evli Müslüman kadınlara davrandığınız gibi davranın, onlara kötü gözle bakmayın”, diyor AYET! Allah, bizim SIRPlar gibi Boşnak kadınlara tecavüz edip, onları kışlada koğuşlara kapatmamızı EMREDER Mİ? Biz yaparsak, SIRP’IN, HAY HAY BUNU YAPMAYA HAKKI DOĞMAZ MI? Unutmayın, 150 bin Boşnak kız çocuğu-kadına tecavüz edildi Tecavüze uğrayan bu kadınlar/kızlar daha sonra sırf tecavüze uğradılar diye kendi aileleri tarafından öldürüldüler. Ne vahim bir durum… Allah bunun hesabını mutlak soracaktır. “…kız çocuğuna neden öldürüldüğü sorulduğu zaman…” ayetinin bir sırrı bu olayı anlatıyordu. Allah, haksız yere öldürülen o kişilerin hesabını ağır bir biçimde ödetecektir… Allah bizi uyarıyor. Kesinlikle savaş durumlarında bu tip davranışlar içerisine girmeyin. Bu davranışlardan sakının diyor. Şöyle bir soru soralım, daha iyi anlaşılsın. Bugün bir savaş olsa ve Müslümanların eline erkek ve kadınlardan oluşan yüzlerce, binlerce esir düşse, özellikle kadın olanlarına ne yapmak lazım gelir?Eskiden ihya çağları üretilen/eski toplumlardaki cariye fıkhına göre; ganimet olarak askerlerin mülküne birer ikişer verilip cariye yapılırlar. Ancak bu rastgele ve kuralsız bir şekilde de olmaz. Cariyenin önce hamile olduğunun anlaşılması için bir ay bekletilir. Cariyeye sadece efendisi dokunabilir. Efendisinden çocuğu olursa artık başkasına satılamaz ve efendisi ölürse azat edilir. Efendisinden başka birisiyle evlendirilirse cinsel hakları evlendiği adama geçer ve fakat mülkü efendisinde kalmaya devam eder. Hür eşlerdeki dört sınırı cariyelerde gözetilmez. Eğer efendisinden çocuğu olmazsa alınıp satılabilir. Cinsel ilişkide kullanılmaları için askerlere rasgele geçmiş çağlarda ihya çağlarında üretilen ve esir kadınların aşama aşama topluma kazındırılmalarını amaçlayan iyileştirilmiş kölelik hukukudur En azından bu uygulamalar, Roma veya Sasani kölelik uygulamasından daha insaflıydı. Ancak bu uygulama kendi döneminde olumlu işlevler görmüşse de artık bir anlamı kalmamıştır. Kur’an’ın öngördüğünün bu olduğunu söylemek de mümkün değildir. Bu konuda geçmiş çağlar boyunca üretilen fıkıh, girişte değindiğimiz Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin ufkunu yakalamaktan uzaktır. Müslümanlar, tarihin ve insanlığın kendilerinden beklediğini yapmamışlar, ellerindeki Kitap’ın gerisine düşmüşlerdir. Ancak bugün öyle değil. Onlardan dahi iyi bir noktadayız ve cesur olmamızı gerektirecek birçok sebep var. Bugün yeniden üretilecek inşa çağı fıkhında bunun adı “savaş esirleri hukuku”dur. Buna göre bugün bir savaş olsa ve Müslümanların eline erkek ve kadınlardan oluşan yüzlerce esir düşse şunlar yapılır Güvenliği sağlanmış korunaklı bir yerde bekletilirler. Ganimet olarak görülemezler. Esir alan askerlere dağıtılamaz, hiçbiri köle ve cariye yapılamaz. Evli olanların evlilikleri devam eder. Esir düştü diye ailesinden veya eşinden zorla koparılamaz, hangi dine göre kıyarsa kıymış olsun nikâhı feshedilemez. Her türlü kötü muamele, angarya, işkence, tecavüz, cinsel taciz yasak olur. Misafir muamelesi görürler. Ya esir mübadelesi karşılığında serbest bırakılırlar. Ya fidye veya tazminat karşılığı örneğin, lisan belletme, teknoloji öğretme, meslek kazandırma vs. karşılığı üçer beşer serbest bırakılırlar. İçlerinden kendi istekleri ile evlenmek ve Müslüman toplumda yaşamak isteyen olursa, kendi rızasıyla, ailesinin izni alınarak hatta çağrılarak ve mehirleri tastamam verilerek bekârlarla telli duvaklı, davullu zurnalı baş göz edilip serbest bırakılırlar. Ya da zamanın Ali’si çıkar, hepsini bir meydana toplar, etkili, dokunaklı ve gayet centilmen bir hitapla; insanlığa ne getirmek istediklerini, niçin savaştıklarını, hürriyetin ve adaletin insanlık açısından önemini, İslam’ın sevgi ve merhamet dini olduğunu, kendilerini diğer din ve ideolojilerden ayıran farkın ne olduğunu, neye hizmet için var olduklarını tıpkı Hz. Ömer’e anlattığı gibi anlatır ve kayıtsız şartsız hepsi yurtlarına, yuvalarına gönderilerek serbest girişte anlattığımız Bedir esirleri uygulamasında, daha sonraları da Hz. Ali’nin cevabında ifadesini bulan “ruhunu ve vicdanını” esas alan bir fıkıh, çağımızda kanaatimizce böyle olmak icap Bizans’ın ve Sasani’nin köleci düzenlerine ve saray cariyelerine kendini kaptıranlar, ne yazık ki İslam’ın hürriyet ve adalet iklimini çoraklaştırmış, vicdanını kurutmuş, insanlıkta estirdiği o muazzam rüzgârı içten kırmış, üstelik bunun farkına bile varamamışlardır. Zihnini ve ufkunu eski ihya çağlarında donduran birçoğumuz, hala farkında olmadığı için geçmişin cariye hukukunu aşamamaktadırlar. Hâlbuki her çağın fıkhı o çağda üretilir, o çağı yaşayanlarca Kur’an’da “cariye/cariyeler” diye çevrilen “Ma maleket eymanukum” ifadesinin çeşitli ayetlerdeki gerçek yorumlarına yukarıdaki açıklamalar ışığında bakalımMu’minun 5-6 Vellezıne hüm li fürucihim hafizun. İlla ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum fe innehüm ğayru 5-6 Onlar iffetlerini koruyanlardır. Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları ile birlikte olanlardır. Çünkü bu ayıplanacak bir şey geçen “Ezvâcuhum ev ma meleket eymânuhum” ifadesi, uydurukçu mealcilerin meallendirdiği gibi “Yalnızca eşleri veya cariyeleri ile birlikte olanlardır” anlamına gelmiyor; “Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları ile birlikte olanlardır” manasına 25 Ve mel lem yestetı' minküm tavlen ey yenkihal muhsanatil mü'minati fe mim ma meleket eymanukum min feteyatikümül mü'minat vellahü a'lemü bi ımaniküm ba'duküm mim ba'd fenkihuhünne bi izni ehlihinne ve atuhünne ücurahünne bil ma'rufi muhsanatin ğayra müsafihativ ve la müttehızati ahdan fe iza uhsınne fe in eteyne bi fahışetin fe aleyhinne nısfü ma alel muhsanati minel azab zalike li men haşiyel anete minküm ve en tasbiru harul leküm vellahü ğafurur yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda açıklandığında şunu demektedir Sizden fakir olup da kendi içlerinden mümin kadınları nikâhlamaya güç getiremeyenler zaafa düşüp de, savaşta esir edilmiş ve sonradan müslüman olan evli olmayan kadınları/ya da kocası ölmüş kadınları bulundukları o zor durum nedeniyle evliliğe zorlamasınlar/onları kullanmasınlar İnançsız bir kadınla Müslüman olan bir erkek zaten evlenemeyeceğinden ayet bu şekilde açıklama yapıyor. Yoksa ayetten; “Müslüman olmayan kadınlarla zorla/istekleri dışında evlenilebilir/onlar kullanılabilir” anlamı ÇIKMASIN…. Çünkü hür de olsanız, esir de düşseniz hepiniz Âdem’in neslindensiniz ve bir dinin mensubusunuz. Dolayısıyla sahip olduğunuz bu dinin emirlerine uyunuz. Eğer savaş sırasında kocalarının ölmesiyle boş olan kadınlar varsa ya da evli olmayan kadınlar söz konusu ise ve bunlar kendi rızalarıyla Müslümanlığı seçip namuslu, fuhuştan uzak ve gizli dostluklar da edinmeyeceklerine dair söz verirlerse, kendi rızalarını ve ailelerinin de rızalarını alarak, bunların haklarını korumak, mehirlerini vermek, onlara yardımcı olmak, geçimlerini temin etmek amacıyla, onlarla nikâhlanmanızda bir vebal yoktur. Eğer ola ki evlendiğiniz o kişiler zina ederek hataya düşerlerse, bulunduğuz ülkede/bölgede yabancı olduklarından/yalnız olduklarından bu nedenle hata yapmaları daha kolay olabileceğinden onlara verilecek ceza, ülkenizdeki/bölgenizdeki kadınlara verdiğiniz Kur’an’da bu suç için ön görülen ceza neyse. Bu konuya sonradan değinilecektir cezanın daha azı/yarısı kadar olsun. Yani bulunduğunuz yerde onların kimsesiz olmalarından istifade ederekten onlara çok baskı yapmayın, zorba hareketlerden sakının. Çünkü onlar bulundukları bu yabancı topraklarda kimsesizler, hiçbir tanıdıkları, sığına bilecekleri kimseleri yoktur…… Nisa 3 Ve in hıftüm illa tuksitu fil yetama fenkihu ma tabe leküm minen nisai mesna ve sülase ve ruba' fe in hıftüm ella ta'dilu fe vahıdeten ev ma meleket eymanukum zalike edna ella geldiği dönemlerde Arap toplumunda çok evlilik hat safhada yaygındı. Her şeyin güç ile ölçüldüğü o devirde kadına değer verilmez, ikinci sınıf insan muamelesi yapılırdı. Bir erkeğin 10-15 eşi olabilir, boşadım sözü ile de kadın her an kapı dışarı konabilirdi. İslamiyet; aile yapısını ıslah etmek için, önce evliliği dört hanımla sınırlamış ve bunun için de ağır şartlar getirmişti. En uygun ve adil olanın tek eşlilik olduğu belirtiliyordu, çok eşle evlenme alışkanlıklarının terk edilerek, tek eşle yetinilmesi zamana bırakılıyordu. Bu nedenle Allah, ayette; meşru şekilde Kur’an’ın emirlerini gözeterekten sahip olduğunuz/evlendiğiniz eşinizle yetinin, başka bir eş getirmeyin. Ama yok eğer eski adetlerinizden vazgeçemiyorsanız o eşinizin üzerine yani meşru bir şekilde, Kur’an’ın emirlerini gözeterekten evlendiğiniz ilk eşiniz üzerine bir tane daha getirebilirsiniz/evlenebilirsiniz. Ya da eğer bütün kadınların hakkına riayet edecek, onlara haksızlık yapmayacaksanız iki, üç ya da en fazla 4 kadına kadar evlenebilirsiniz. Bundan ötesi üzerinize haramdır, Yani İslamiyet öncesi gelenekleriniz gibi artık sınırsız kadınla evlenemezsiniz ve sizin için hayırlı olan tek eşliliktir, bırakın çok eşliliği, diyor Allah’ımız ayette… Ayette geçen “ma meleket eymanukum” ifadesi mealcilerin çevirdiği şekilde cariye değil, yukarıda açıkladığımız gibi “meşru şekilde, Kur’an’ın emirlerine riayet edilerekten evlenilen eş” anlamına geliyor. Nisa 129 Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve Allahcc, ne yaparsanız yapın eşler arasında adil olamazsınız, mutlaka sorunlar olur, bu nedenle tek eşliliğe yönelin, bu sizin için daha hayırlıdır 50 Ya eyyühen nebiyyü inna ahlelna leke ezvacekellatı ateyte ücurahünne ve ma meleket yemınüke memma efaellahü aleyke ve benati ammike ve benati ammatike ve benati halike ve benati halatikellatı hacerne meake vemraetem mü'mineten iv vehebet nefseha lin nebiyyi in eraden nebiyyü ey yestenkihaha halisatel leke min dunil mü'minın kad alimna ma feradna aleyhim fı ezvacihim ve ma meleket eymanühüm li keyla yekune aleyke harac ve kanellahü ğafurrar rahıymaAhzab 50. ayetin uydurukçu mealciler tarafından yapılan meali şudur “Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.”Oysa ayetin gerçekte anlatmak istediği çok daha yücedir. Ayetin gerçek yorumu şu şekildedir“Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, savaş sonucunda kimsesiz/bakıma muhtaç kalan ve kendi istekleri ile seninle evlenmeyi kabul eden kadınları, seninle hicret eden amcanın, halanın, dayının ve teyzenin kızlarını sana helal kıldık. Bir de mehir talebinde bulunmaksızın Peygamberle evlenmek isteyen mümin kadınları da, eğer Peygamber onu nikâhlamak isterse, diğer müminlerden farklı olarak yalnız sana helal kıldık Yani Peygamber haricindeki diğer Müslümanlar, evleneceklerse evlenecekleri kadına mehirlerini vermek zorundadır. Meşru şekilde sahip oldukları hanımlar ezvacihim ve ma meleket eymanühüm hakkında müminler için bildirdiğimiz hükümleri Biz elbette bilerek ve hikmetle takdir ettik Burada ne anlatılmak istendiğini anlamak için yukarıdaki ayetlerin açıklamalarına bakınız. Bu hükümleri sana bir sıkıntı gelmemesi için bildiriyoruz. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet 52 La yehıllü leken nisaü min ba'dü ve la en tebeddele bihinne min ezvaciv ve lev a'cebeke husnühünne illa ma meleket yemınüke ve kanellahü ala külli şey'ir rakıyba. Uyduruk bir mealde ayetin meali şu şekilde yazıyor “Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetler.” Bu meal koca bir yalandan başka bir şey ayetin anlatmak istediği şudur “Bundan sonra meşru şekilde sahip olduğun/Kur’an’ın emirlerine riayet ederekten evlendiğin kadınlar ma meleket yemınüke dışında başka bir kadınla evlenmen ya da nikahın altında bulunan birini boşayıp yerine başkasını nikahlaman, güzellikleri hoşuna gitse bile, sana helal olmaz. Allah her şeyi görüp gözeticidir.”Ahzab 55 La cünaha aleyhinne fı abaihinne ve la ebnaihinne ve la ıhvanihinne ve la ebnai ıhvanihinne ve la ebnai ehavatihinne ve la nisaihinne ve la ma meleket eymanühünn vettekıynellah innellahe kane ala külli şey'in şehıdaUyduruk bir mealde kafasını cariyeyle bozmuş bir mealci Ahzab 55. ayeti şu şekilde ifade etmiş “Peygamber hanımları için babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, diğer Müslüman kadınlar ve cariyeler ile perde arkasında olmaksızın görüşmelerinde bir günah yoktur. Bununla beraber, ey peygamber hanımları, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah her şeye hakkıyla şahittir.” Hâlbuki ayetin geçek yorumu şu şekildedir“Meşru şekilde/Kur’an’ın emirlerine riayet ederek nikâhına aldığın hanımlarının birbirlerini ve la ma meleket eymanühünn babalarını, oğullarını, kardeşlerini, kardeşlerinin oğullarını, kız kardeşlerinin oğullarını ve diğer kadınları perde arkasında olmaksızın görmelerinde/görüşmelerinde sakınca/günah yoktur Yani onlarla birlikte oturabilirler/direk onlarla yüz yüze konuşabilirler. Bununla beraber, ey peygamber hanımları, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah her şeye hakkıyla şahittir.”Ayette belirtilen perde arkasından konuşma usulü sadece peygamber hanımlarına farz olan bir durumdu. Çünkü onlar bizim annelerimiz konumundaydılar. Peygamberin çok misafiri olduğundan, gelen bu misafirlerin peygamber hanımlarını görerekten gönüllerinin onlara kaymaması için, Allah sadece peygamber hanımlarına has olarak, bu şekilde davranmalarını istemiştir. Günümüz kadınlarının bu şekilde davranmaları yasaklı bir durumdur. Bu şekilde davranmaya kalkmak, bu davranışı kendisine farz kılmak, kişinin kendisini peygamber hanımı olduğunu iddia etmek anlamına gelir ki, bu da küfürdür. Haremlik-selamlık uygulamasının olmadığı, önceki bölümlerde zaten anlatılmıştır. Bu nedenle burada tekrardan üzerinde durmanın bir anlamı yoktur…Kur’an’ın indiği dönemlerde kölelik, hala Bizans, Sasani ve Arabistan toprakları dâhil tüm dünyada yaygın olduğundan ve İslamiyet yayılmasına rağmen kölelik Arabistan’da eskisi kadar yaygın olmasa da İslamiyet, köleliği kabul etmediğinden hala varlığını sürdürdüğünden kölelik ile ilgili kavramlar Kur’an’da geçmiştir. Dolayısıyla kölelik ile ilgili kavramların Kur’an’da geçmesi kesinlikle Kur’an’a göre kölelik müessesinin olması gerekliliği ya da İslamiyete göre kölelik vardır diye algılanmamalıdır. Dolayısıyla ayetler genelde kadın ve erkek kölelerin topluma kazandırılarak özgürlük haklarının kendilerine iade edilmesiyle metinlerde kadın köle için kullanılan kelime “imâiküm“ ve erkek köle için kullanılan kelime ise “ibâdiküm” dür. Dolayısıyla bu kavramlar ışığında ayetlere bakacak olursakBakara 221 Ve la tenkihul müşrikati hatta yü'minn ve le emetüm mü'minetüm hayrum mim müşriketiv ve lev a'cebetküm ve la tünkihul müşrikıne hatta yü'minu ve le abdüm mü'minün hayrum mim müşrikiv ve lev a'cebeküm ülaike yed'une ilen nar vallahü yed'u ilel cenneti vel mağfirati bi iznih ve yübeyyinü ayatihı lin nasi leallehüm yetezekkerunBakara 221 İman etmedikçe müşrik kadınlarla, onlar hoşunuza gitse dâhil evlenmeyiniz. Onların yerine mümin kadın kölelerle evlenmeniz sizin için daha hayırlıdır. İman etmedikçe müşrik erkeklerle, onlar hoşunuza gitse dâhil evlenmeyiniz. Onların yerine mümin erkek kölelerle evlenmeniz sizin için daha hayırlıdır. O müşrikler sizi ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt 32 Ve enkihül eyama minküm ves salihıyne min ıbadiküm ve imaiküm iy yekun fükarae yuğnihimüllahü min fadlih vallahü vasiun 32 İçinizde evli olmayanları, erkek kölelerinizden ve kadın kölelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder. Allah geniş nimet sahibidir, bilendir. Bu şekilde kölelerin evlendirilerek aile kurmaları ve özgürlüklerinin kendine iade edilmesi 33 Vel yesta'fifillezıne la yecidune nikahan hatta yuğniyehümüllahü min fadlih vellezıne yebteğunel kitabe mimma meleket eymanüküm fe katibuhüm in alimtüm fıhim hayrav ve atuhüm mim malillahillezı ataküm ve la tükrihu fetaytiküm alel biğai in eradne tehassunel li tebteğu aradal hayatid dünya ve mey yükrihhünne fe innellahe mim ba'di ikrahihinne ğafurur rahıymNur 33 Evlenmeye imkân bulamayanlar, Allah’ın onları lutfuyla zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar. Meşru bir şekilde Kur’an’ın emirlerini gözeterekten evlendiğiniz kadınlarınız mimma meleket eymanüküm sizden boşanmak ve bu şekilde özgürlüklerini ellerine almak istiyorlarsa ve bu durum ikinizin rızası durumunda ise boşanma durumu ikiniz içinse hayırlı olacaksa anlaşarak boşana bilirsiniz. Ancak boşanan kadınlarınıza nafakalarını temin ediniz, sahip olduğunuz mallardan onlara da veriniz. Yanınızda çalıştırdığınız hizmetçileri/kadın işçileri de dünya menfaatine göz dikerek fuhşa zorlamayın Yok seni işten atarım/maaşını keserim/işkence ederim diyerekten fuhşa zorlamayın. Kim onları fuhşa zorlarsa vebali kendisinedir, fuhşa zorlananlar içinse, muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. Nur 58 Ya eyyühellezıne amenu li yeste'zinkümüllezıne meleket eymanukum vellezıne lem yeblüğul hulüme minküm selase merratv min kabli salatil fecri ve hıyne tedaune siyabeküm minez zahırati ve mim ba'di salatil ışa'i selasü avratil leküm leyse aleyküm ve la aleyhim cünahum ba'dehünn tavvafune aleyküm ba'duküm ala ba'd kezalike yübeyyinüllahü lekümül ayat vallahü alımün 58 Ey iman edenler, size ait olmayıp da bakımını üstlendiğiniz üvey evlatlarınızla meleket eymanukum sizden olup öz çocuklarınız da henüz erginlik çağına ermemiş olan çocuklar, odalarınıza girmek için şu üç vakitte izin istesinler Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bu Üçü sizin için mahrem vakitleridir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah size ayetleri böyle açıklamaktadır. Allah bilendir hüküm ve hikmet sahibidir. Mearic 30 İlla 'ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum feinnehum ğayru yani meşru şekilde sahip oldukları başka; çünkü onlar bundan dolayı kınanmazlar. Bakara 177 Leysel birra en tüvellu vücuheküm kıbelel meşrikı vel mağribi ve lakinnel birra men amene billahi vel yevmil ahıri vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyın ve atel male ala hubbihı zevil kurba vel yetama vel mesakıne vebnes sebıli ves sailıne ve fir rikab ve ekames salate ve atez zekah vel mufune bi ahdihim iza ahedu ves sabirıne fil be'sai ved darrai ve hıynel be's ülaikellezıne sadeku ve ülaike hümül müttekunBakara 177 Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere özgürlükleri için veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. Nisa 36 Va'büdüllahe ve la tüşriku bihı şey'ev ve bil valideyni ıhsanev ve bizil kurba vel yetama vel mesakıni vel cari zil kurba vel caril cünübi ves sahıbi vil cembi vebnis sebıli ve ma meleket eymanüküm innellahe la yühıbbü men kane muhtalen fehuraNisa 36 Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, meşru bir şekilde/Kur’an’ın emirlerine riayet ederekten nikâhladığınız eşlerinize/kadınlarınıza ma meleket eymanüküm iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez. Nisa 92 Ve ma kane li mü'minin ey yaktüle mü'minen illa hataa ve men katele mü'mine hataen fe tahrıru rakabetim mü'minetiv ve diyetüm müsellemetün ila ehlihı illa ey yessaddeku fe in kane min kavmin adüvvil leküm ve hüve mü'minün fe tahrıru rakabetim mü'mineh ve in kane mni kavmim beyneküm ve beynehüm mısakun fediyetüm müsellemetün ila ehlihı ve tahrıru rakabetim mü'mineh fe mel lem yecid fe sıyamü şehrayni mütetabiayni tevbetem minellah ve kanellahü alımen 92 Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların bunu sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mü'min olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet 89 La yüahızükümüllahü billağvi fı eymaniküm ve lakiy yüahızüküm bima akkadtümül eyman fe keffaratühu ıt'amü aşerati mesakıne min evsetı ma tut'ımune ehlıküm evkisvetühüm ev tahrıru rakabeh fe mel lem yecid fe sıyamü selaseti eyyam zalike kefferatü eymaniküm iza haleftüm vahfezu eymaneküm kezalike yübeyyinüllahü leküm ayatihı lealleküm teşkürunMaide 89 Allah sizi, yeminlerinizdeki rastgele söylemelerinizden, boş sözlerden' dolayı sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağladığınız sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun yeminin keffareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkan Bulamayan için üç gün oruç vardır. Bu, yemin ettiğinizde bozduğunuz yeminlerinizin keffaretidir. Yeminlerinizi koruyunuz. Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz. Tevbe 60 İnnemas sadekatü lil fükarai vel mesakıni vel amilıne aleyha vel müellefeti kulubühüm ve firrikabi vle ğarimıne ve fı sebılillahi vebnis sebıl ferıdatem minallah vallahü alımün 60 Sadakalar, -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, zekat işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalmışlar içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Mücadele 3 Velleziyne yuzahirune min nisaihim summe ye'udune lima kalu fetahriyru rekabetin min kabli en yetemassa zalikum tu'azune bihi vallahu bima ta'melune 3 Kadınlarına "zıhar"da bulunanlar, sonra söylediklerinden geri dönenlerin, birbirleriyle temas etmeden önce bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaları gerekir. İşte size bununla öğüt verilmektedir. Allah, yaptıklarınızı haber alandır. Beled 11-12-13 Felaktehamel'akabete. Ve ma edrake mel'akabetü. Fekkü 11-12-13 Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat gibi toplumda köleliği sonlandırmaya dönük Allah’ın ayetleri apaçıktır. Bu ayetler, İslam’da köleliğin olduğunu iddia edenlere en güzel cevaptır. Daha önce açıkladığımız Nur suresi 31. ayetin kısa bir mealini tekrardan aşağı yazalım. Ayete baktığımızda “ma meleket eymanukum” ifadesinin “cariyeler” değil “kendileriyle meşru şekilde Kur’an’ın emirlerine riayet edilerekten evlenilen kadınlar” olduğunu görürüz. Mealcilerin aklı fikri cariyeler ile oynaşmak olduğundan ayeti yine yanlış 31 Ve kul lil mü'minati yağdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünne ve la yübdıne zınetehünne illa ma zahera minha vle yadribne bi humurihinne ala cüyubihinne ve la yübdıne zınetehünne illa li büuletihinne ev abaihinne ev abai büuletihinne ev ebaihinne ev ebnai büuletihnne ev ıhvanihinne ev benı ıhvanihinne ev benı ehavatihınne ev nisaihinne ev ma meleket eymanuhunne evit tabiıyne ğayri ülil irbeti miner ricali evit tıflillezıne lem yazheru ala avratin nisai ve la yadribne bi ercülihunne li yu'leme ma yuhfıne min zınetihinn ve tubu ilellahi cemıan eyyühel mü'minune lealleküm tüflihunNur 31 “Mümin kadınlara da söyle; çevrelerine gözleriyle ya da örneğin dudağını ıslatarak vb. cinsel sinyal vermesinler, zinadan uzak dursunlar, namuslarını korusunlar, ziynet bölgeleri olan popo-göğüs-ön bölgelerini belli edecek dar giysiler giyerek çevreyi tahrik edecek, kendilerine cinsel bir obje olarak bakılmasına neden olacak davranışlardan sakınsınlar. Bu ziynet bölgelerini teşhir etmeyerek giydikleri iffetli elbiselerinde görünen yerler için bir sakınca yoktur [Yani saçınızın, boğazınızın, ayaklarınızın, ayak parmaklarınızın, kollarınızın, ya da giydiğiniz etek sonucunda görülen diz altı bacak bölgenizin baldırlarınızı gösterecek mini etek giymeyin ya da göğüslerinizi belli edecek, gösterecek dar ve açık giysilerden uzak durun görünmesinde bir sakınca yoktur]. Saçlarını omuzlarından aşağı, göğüslerine kadar uzatsınlar bu şekilde kölelik-hürlük alameti olan başörtüsünden kurtularak, tek tip bayan görüntüsü versinler. Kendi kocalarına ziynet bölgelerini gösterebilirler. Ziynet bölgelerini kapatmak ve bu bölgeleri teşhir etmeyecek şekilde giydikleri elbiselerle [Yani saçınızın, boğazınızın, ayaklarınızın, ayak parmaklarınızın, kollarınızın, ya da giydiğiniz etek sonucunda görülen diz altı bacak bölgenizin baldırlarınızı gösterecek mini etek giymeyin ya da göğüslerinizi belli edecek, gösterecek dar ve açık giysilerden uzak durun görünmesinde bir sakınca yoktur] kocalarının babası, kendi babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları üvey olanlar, kendi kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, diğer Müslüman kadınlar, kocasının meşru şekilde Kur’an’ın emirlerine riayet ederekten evlendiği diğer hanımları ma meleket eymenuhum, kendilerine cinsel bir gözle/kötü gözle bakmayacak kişiler ve kendilerine cinsel istek duymayacağınız-onlara farklı gözle bakmadığınız kimselerle aynı ortamda bulunabilirsiniz. Bu durum; Gelenekçilerin, kadınları mahrem görüp onlarla perde arkasından konuşulması gerektiği-kadınlarla erkeklerin ayrı oturması gerektiği düşüncesinin yani haremlik-selamlık uygulamasının, Kur’an’a aykırılığını da göstermektedir Etrafa kendinizi çekici gösterecek, çevrenin ilgisini kendinize çekecek, onları tahrik edecek ve kendinizi cinsel bir objeye dönüştürecek şekilde kırıtarak, ben buradayım, ben buradayım, bana bakın şeklinde yürümeyin/bu şekilde davranmayın. Ey müminler Allah’a toptan tövbe ediniz. Umulur ki felah bulursunuz.”Muaviye’den beri bir çok mealci Nur suresi 31. ayette “…….ev ma meleket eymanühünne evit tabiıyne ğayri ülil irbeti miner ricali evit tıflillezıne lem yazheru ala avratin nisai ………” şeklinde geçen söz konusu yeri şu şekilde tercüme etmiştir"Erkeklikten kesilenlerle hareminiz bir arada olur". Evet, ayet bu şekilde tercüme edildiğinde tarih boyunca şunlarda kendiliğinden kabul edilmiş ve uygulanmıştır1. Homoseksüelleri haremimize buyur edip birlikte Ya da genç çocukları bulup testislerini dağlayarak erkeklikten yok edip harem ağası şaşırmayın! Ayeti, uydurukçu mealciler öyle çevirdiğinden sonuçta da yukarıdaki uygulamalar kendiliğinden doğmuştur. ÇÜNKÜ AYET ÖYLE DEMİŞ... Hâşâ... Elmalı daha insaflı davranarak ayeti şu şekilde tercüme etmiştir "Orada murad edilen, iktidarsızlar ve yaşlı erkeklerdir". Fakat bu yoruma göre de; bu sefer evimizin hanımları, Padrinolarla ve iktidarsızlarla birlikte yaşayabilir anlamı çıkıyordu ayetten… Nur 31. ayette, "Erkeklikten kesilmiş yaşlı erkek" veya "Homoseksüeller/ Travestiler" veya erkekliği dağlanmış harem ağaları için CEVAZI, izni, vizeyi MEALCİLER VERMİŞTİR. Ayetin uydurukçu mealciler tarafından yapılan mealine baktığımızda, "Eve sakın ERKEK ALMAYIN, ANCAK ERKEKLİKTEN DÖNMÜŞLERİ ALIN", "ERKEKLİĞİNİ DAĞLADIĞINIZ ERKEKLERİ HAREME ALABİLİRSİNİZ", "ERKEKLİKTEN KESİLMİŞ ERKEKLER İLE PEDOFİLİ YAPABİLİRSİNİZ" anlamı şaşırmayın MEALCİLER yaptıkları saçma mealleriyle bunlara izin vermişlerdir. Onun için Osmanlı saraylarında Afrikalı 15 yaşında çocuklar, testisleri ateş ile yok edilerek saraya alınıyorlardı. YANİ BUNA İZİN VEREN GÜYA NUR 31. ayetti! YANİ ALLAHIN EMRİYDİ Hâşâ tövbe. Dostlar eve erkek almayın, ama yol kenarından travestileri davet edip eşinizle tanıştırın. MEALCİ öyle diyor. Ayetin “Anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar…” kısmından uydurukçu mealciler; HAREM AĞALAĞI VE LİVATA SERBESTLİĞİNİ ÇIKARIYOR”. İşte bu ayet yüzünden ŞEYHÜLİSLAMLAR VE HALİFELER, genç çocukları HAREME almışlardır. Çerkez kızların yaş ortalaması ise 7 idi Çerkez cariyeler. Uyduruk meallerin, şeyhülislamların izin vermesi sonucunda, Osmanlı haremine alınmış dağlanmış çocukların şu görevleri vardı1. Harem kalabalıktır, dolayısıyla 1000 kadına üç yılda bir sıra gelmekte, fakat kadınlar bu arada cinsel ihtiyaç içindedirler. Kimi lezbiyenliği, kimi de bu bir düzine genç zenci çocuğu, kendilerini teskin için kullanıyorlardı. Çocukların sadece testisleri ateşle dağlanıyordu, amaç, padişah kadınlarını hamile bırakmamaları idi. Testislerin üstüne Osmanlı hanedanında bir GAY padişah çıkmıştır. Bunun dışındaki saray harem hayatına dalan gerileme dönemi padişahları bu genç çocuklar ile pedofili Çerkezler Osmanlı sarayından akçe almak için kızlarının 7 yaşına gelmesini sabırsızlıkla beklerlerdi. Bu çocukları Padişah kendi deneyip seçer bir ayetten, görün ne BÜYÜK SEKS SEKTÖRLERİ çıkmış. Cariyelik ve Harem Kurumu ortaya çıkmış, ZENCİ HAREM AĞALARI çıkmış... Niçin zenci? Çünkü es kaza padişah hanımları hamile kalırsa padişahtan mı; yoksa zenciden mi RENGİNİ BİLELİM diye. İşte EBAYEZİD emri şu idi ama kim takar "Hakkınızda HAYIRLI olan BİR TEK EŞTİR". Allah BUNU SEVİYOR, TEK EŞLİLİĞİ" Adaletle davranamayacağımızdan" bizim adımıza çekiniyor ve HAYIRLI olan Monogamidir diyor... Poligami İslam öncesinde ataerkil olan Araplarda vardı... Mormonlar gibi diledikleri kadar... Muaviye’nin 200 kişilik bir haremi vardı… Bu taraflarını "Es" geçerler... Sahabe katili Muaviye’nin... Evet, bundan ötesine "ISRAF" demiş. Cahiliye âdetini de Kur’an’a uydurmuş. Nur 31. ayette güya ÖYLE YAZIYOR+MUŞ !. Muaviye öyle der de Osmanlı durur mu? O da Cevazı almış ya 2000 Cariyeli iki padişah var. Sırf Nur 31. ayetin bu şekilde yorumu ve Nisa 3. ayette, insanların işlerine gelen yeri kabul etmeleri nedeniyle; 7 milyon adet ÇİFT evli, ÜÇ EVLİ, dört evli nikâhlar var. METRESLİĞİN adını değiştirmişiz hepsi bu... Nüfus sayımında 7 milyon çift 14 milyon eder bu durumda çıktı. Ama Allahcc, Kur’an’ında ne diyorduNisa 3 ………….."Hakkınızda HAYIRLI olan BİR TEK EŞTİR"…………………… ama Allah’ın ayetlerini kim dinler, yaşasın iki, üç, dört kişilik evlilikler, metres tarzı evlilikler, yaşasın kölelik düzeni, yaşasın cariyeler, yaşasın fuhuş tellalı mealciler… Mealcilerin, tarikat önderlerinin sözleri zaten hâşâ Allah’ın sözleri üzerinde olduklarından, onların emirleri daha kutsaldır. Onların sözleri yerine getirilmezse çarpılma ihtimali vardır. Dolayısıyla boş verin Allah’ıda tarikat önderleri ne diyorlarsa ona göre yaşayalım! Sözde sünnet adına… Yerin ve göğün Rabbi elbette onların bu yaptıklarını cezasız bırakmayacaktır… Onlar bu şekilde yaptıkları yorumlarla azmaya devam etsinler… Şüphesiz yerleri, cehennemden bir çukur 31. ayette ilgili yerin anlatmak istediği ise şüphesiz uyduruk mealcilerin anlattığından ÇOK DAHA YÜCEDİR. Ayet aslında şunu demek istiyor"Cinsel istek duyulmayacak/cinsel istek duymayacağınız kimselerle aynı ortamda bulunabilirsiniz" Nur suresi 31. ayete bir bütün olarak bakarsak “siz ey mümin bayanlar cinsel istek duyulmayacak kimseler olan; babalarınız, kocalarınızın babaları, kız kardeşleriniz, erkek kardeşleriniz, onların erkek-kız çocukları vb. size karşı cinsel ilgi duymayan tüm akrabalarınız ile size karşı cinsel anlamda ilgi duymayan tüm komşularınız, size karşı cinsel anlamda ilgi duymayan tüm misafirleriniz, yani size karşı cinsel anlamda ilgi duymayacak/size farklı gözle bakmayacak/sizin de onlara cinsel ilgi duymayacağınız tüm insanlar Müslüman olsun yada olmasın, yanında bulunabilir, onlarla yemek yiyebilir, onlarla konuşabilirsiniz” diyor ayet… Nitekim Nur suresi 61. ayet de yukarıda yaptığımız açıklamalar ışığında aslında şunu söyleyerek bizi onaylamaktadır “Cinsellik açısından size bakmayan/size karşı cinsel bir ilgi duymayan yani kötü bir gözle size bakmayan kişiler yanında, hep birlikte yahut ayrı ayrı yemenizde sizin için hiçbir sakınca yoktur.” Görüldüğü gibi Kur’an’daki İslam’a göre haremlik-selamlık uygulaması yoktur. Bunların hepsi uydurukçu mealciler, kendilerini dindar sanan fakat aslında Kur’an’dan zerrece anlamayan, hep hadislere iman eden, bu şekilde de Allah adına yalan uyduran, tarikatçı kesimler tarafından kabul edilen uygulamalardır. Onlar yapmış oldukları bu uygulamalarla aslında; kendi akrabaları dâhil olmak üzere tüm insanları potansiyel ırz düşmanı olarak görürler. Onlar yapmış oldukları bu uygulamalarla; insanlar arasına fesat sokarlar, insanları güvenilmez olarak gösterip, herkesin ahlakından şüphe duyulması gerektiğine kanaat getirirler. Aslında onlar bu uygulamaları kabul etmekle; dışarıda gezen insanlara farklı bir gözle cinsel bir obje olarak baktıklarını da kabul etmiş olurlar…[Kur’an’a göre haremlik-selamlık kavramları gerçekte şu şekilde açıklanırHarem şudur YATAK ODASI, kadınların aralarında buluştuğu ve KENDİLERİ İÇİN İSTEDİKLERİ özel yer... Çünkü kadınların gizemciliği, aralarında konuşacakları şeyler ve giyim tarzları vardır. Kadınlar daima erkeklerden SAKLI bir alan isterler. Kadınlar muayyen günleri dâhil hiçbir şeyi belli etmemeye çalışırlar ve biraz da dedikodu severler, gün yapmayı severler vs. Yani HAREM erkeklerin cariyeleri bulundurdukları yer değil KADINLARIN kendi özel istekleri ile oluşturdukları, bir arada bulundukları yerdir. Yaz sıcağında sere serpe oturacağı, rahat edeceği, el işleri yapacağı ve ortada patırtı çıkarıp babalarını rahatsız eden çocuklara göz kulak olmak istedikleri özel bir daire olarak düşünülmelidir. Asla kıskançlığı hüner sayan erkeklerin kadınlara zindan kurması diye algılanmamalıdır. Selamlık ise şudur Dışarıdan gelenleri kabul ettiğiniz ön misafirhanedir... Günümüzde artık selamlık ERKEK KAHVEHANESİDİR Kıraathane]. Oysa şu anti-haniflere bakınız İki kardeş, birader... İkisi de yoksul ve evli, tek bir evde yaşıyorlar. Sadece yatak odaları farklı... Gel gör ki kadınlar beyaz yazmayı sadece gözleri dışarıda kalacak biçimde kapamışlar... Çünkü MAHREM oluyor öteki erkek... Şimdi AL VE DÜŞÜN şu ayette geçen "Erkekliğini hissetmeyen" kelimesinin anlamını... Siz yengenize farklı gözle/kötü gözle bakar mısınız? İki kardeş, aynı anda evden çıkmak ve eve dönmek zorundalar. Yer İstanbul Yedikule 50 metrekarelik evi yedi kule zindanı yapmışlar kendilerine... Bunlar SÜNNETi yaşıyorlar güya… Resulullah onlara şefaat etsin diye... İKİ KARDEŞ... İnanılır gibi değil... Peygamber, şüphesiz kendisine isnat ettikleri bu yalan yüzünden, yapsa yapsa yüzlerine tükürür ve toplumda güvensizliği yaydıkları, herkesi/kendi kardeşlerini bile potansiyel sapık olarak gördüklerinden dolayı onları kınar ve tekmeyi basardı bu ikisine…Nur 61 Köre güçlük yoktur; topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. Sizin için de gerek kendi evlerinizden gerekse şu kişilerin evlerinden yemek yemenizde bir sakınca yoktur Babalarınızın evleri yahut annelerinizin evleri yahut kardeşlerinizin evleri yahut kız kardeşlerinizin evleri yahut amcalarınızın evleri yahut halalarınızın evleri yahut teyzelerinizin evleri yahut anahtarı size teslim edilmiş olan evler yahut arkadaşlarınızın evleri. Hep birlikte yahut ayrı ayrı yemenizde sizin için hiçbir sakınca yoktur. Evlere girdiğinizde, Allah katından bir esenlik, bir bereketlilik, bir temizlik dileği olarak kendinize de selam verin. Allah size ayetleri işte böyle ayan-beyan bildiriyor ki, aklınızı çalıştırabilesiniz.“İŞTE BU AYETTE BENİM EN İYİ TAKDİR ETTİĞİM TARAFIM ANAHTARI MUTLAKA MİSAFİRİME TESLİM EDERİM! Bekâr ya da evli HİÇ FARKETMEZ! MUTLAKA BİRLİKTE EŞİMLE VE EVDE VARSA KADINLARLA HEP BİRLİKTE YERİZ. Bizim için insanlar POTANSİYEL suçlu, namussuz, ırz düşmanı değildir. SELAM SELAM diyorsam, bu ZANNI yapamam. Sütü bozuk varsa, o kendini belli eder. Bir tane maganda için herkesi yakamam. BENCE TÜM KONUKLARIM EN BAŞTAN SABİ VE MASUMDUR. ONLAR KENDİ RIZKLARINI GETİRDİKLERİNDEN tüm ikramımı önlerine korum. Dönüş paralarını, otobüs biletlerini göstermeden ceplerine korum. Arabasıyla gelmişse, misafirim uyurken, deposuna dönüş için benzinini korum. Bunlar BENDEN ÇIKMAZ. ÇÜNKÜ MİSAFİR RIZKIYLA GELİR. O ONUN PARASIDIR. YANLIŞLIKLA O GÜN BENİM CEBİME KONMUŞ GİBİ, SAHİBİNE/Konuğuma, onu ikramla geri veririm... Ve misafirime asla EV SAHİBİ olmam, ben onun misafiri gibi davranırım. Namaz kılıp kılmadığını falan takip etmem! Ben din polisi miyim? İçki isterse onu da alır getirir, veririm. İçiyorsa, niye ona EZİYET edeyim. Sigara içiyorsa, "Dumandan rahatsız oluyoruz " diye niçin işkence edeyim? Ve ben misafirimi ağırlarken; "Kendin için istediğini başkaları için de iste; kendin için istemediğini başkaları için de isteme!" düsturuyla bu yüce ilkeyle, EN SEVDİĞİM şeyleri sunarım.” [Ali İmran 115 gereği, övünmek için değil; örnek olmak için yazıyorum H. v A.] Bazı arkadaşlar "Ataların yanlışları ile ilgili ayetleri bize vermeyin, o ayetler müşriklere aittir" diyorlar. Müşrikten de kasıt GAYRI müslim genelidir... Eğer siz de öyle diyorsanız, o halde size direk Müslümanlara hitap eden bir sure gösterelim. MAUN SURESI… Mealci ve gelenekçi Arap hayranı, Kur’an karşıtı olan tarikat zihniyetine göre sure Hristiyan ve Yahudilere inmişmiş… Bakın bakalım sureye… Yahudiler, Hıristiyanlar namaz kılıyorlar mı? Tabi ki hayır… Bu sure direk biz Müslümanlara hitap ediyor… İyice inceleyin ve ders alın….1 Dini yalan sayanı gördün mü?2 İşte odur öksüzü itip kakan,3 Yoksulu doyurmayı özendirmez Vay haline o namaz kılanların ki,5 Namazlarında gaflet içindedir Onlar gösteriş Ve onlar yardıma engel tefsirler bu surenin MÜŞRİKLERE geldiğini, Müslümanları içermediğini, kapsamadığında hemfikirler aslında uyduruyorlar. Dini yalan sayan Tekzib eden kim olabilir acaba? Örneğin CUMA suresi 9-10. ayetleri daha önce irdelemiştik BİR KOCA HAFTADA Tatil olmayan tek günün CUMA olduğunu ALLAH bildirdi. Ama biz öteki 6 gün dururken CUMAYI TATİL yaparak/yapmak isteyerek Bir milyar Müslümanın, Türkiye dışındaki, tümü Cumayı tatil yapmıştır. DİNİ YALANLADIK, ALLAHI YALANLADIK. Cumayı tatil yapmayan RESULULLAH efendimizi yalanladık. Buna haksız yere peygamberleri öldürmek deniyor. Yani Resulullah efendimize SÖYLEMEDİĞİNİ söyletmek, yani Hadis iftira etmek vb. HAKSIZ YERE RESULÜ ÖLDÜRMEK demektir. Bu öldürmek gerçek anlamda değil. Hani zannederek ÖLÜ KARDEŞİNİN CESEDİNİ yemek gibi bir tür ölüm... Ölmeden ölmek gibi bir ÖLÜM…Allah’ı yalanlayıp, Resulü öldürenler için ayet diyor ki "Gördün mü dini yalanlayanı?" Öksüzü Sigorta etmediğimiz çırakları hatırlayın, çocukluklarını yaşatmadıklarımızı... ve YOKSUL bıraktıklarımızı..." Bunlar bizim grup/tarikat/ cemaat, bunlara hayır edelim, ötekiler başka tarikattan/cemaatten onlar kahrolsun" diyen bir zihniyet var... Ayette geçen “yoksul” evrenseldir. Öksüz=Çırak yani çocuk kapsamında, Yoksul=İşçi kapsamında, ikisi de MEMLUK yani uyduruk mealcilerin KÖLE diye çevirdiği, yani işçi anlamına geliyor. İşçi Memluk demek, KENDİ İŞİNİ KURAMAYAN, maddi ya da ruhani becerisi olmayan İŞ İSTEMEK durumunda olan kimselerdir... Hâlbuki mealci, mezhepçi zihniyet bizi, Memluk=Köle, Memluke=Dişi köle Cariye diyerekten kandırdı. Ama Kur’an’a göre öyle değil. MEMLUK=İŞÇİ, MALİK=İŞVEREN, iş tevdi eden, fabrika açan vb. anlamına geliyor. Oysa bize bu kavramları yıllarca "Efendi-Köle" diye yutturdular... "Çalışan kadın/işçi kız" kelimesini seks kölesi cariye olarak anlattılar hep… Şimdi gerçekleri görelim ve Kur’an’a göre bu kavramları tekrardan inceleyelim…Kur’an’a göre üç durum söz konusudur1. Çulsuz, pulsuz ve yolsuzlar Öyleyse biz İŞ İSTEMEK, ücretli olarak çalışmak durumunda olanlarız. Adımız memluk=İŞÇİ Köle değil.2. İş alanı açabilen, işçi istihdam eden, fabrikatör, sanayici vb. MELİK=İŞVEREN, iş kuran, ücret veren... 3. İş vermeyen ve işçi olmayan gruplar Nötrler, küçük esnaflar, aile şirketleri vb.Zekât=VERGİ, MEMLUK=İŞÇİ, Memluke=Bayan işçi uyduruk mealciler Cariye diye çeviriyorlar. İcar=KİRALAMAK, Cariye diye çevrilen Memluke, satın alınmış değil KİRALANMIŞ, mevsimlik işçi vb. gibi düşünülmelidir. Ya da bir şirketin, bir iş yerinin sahibinin yanında sekreterlik yapan, çalışan kızlarımız işçidirler, yani memlukedirler, cariye değil… Ayrıca tüm dişicil meslekler olan Hemşirelik, öğretmenlik, bakıcılık, bayan doktorluk vb. memluke kavramına içerisine girer. Aynı zamanda memluke, değişik memleketli anlamına da Hatice anamızdan başlayarak İŞ KADINI vardır Malike. Yine Memluke Bayan işçi kavramı vardır Bunu seks kölesi cariye haline soktular. Memluke >>> İŞVEREN olmayan, ama İŞÇİ olan bayandır.Bayan işçi Mesela hemşire, modelist, sekreter vb. kavramına SEKS KÖLESİ Cariye anlamını yüklediğinizde sonuçları bellidir Köle ticareti, metres ticareti, 4 eşinden başka bin tane de metresi olan SULTANLAR HAREMİ!İşte Maun suresinin anlatmak istediği yukarıdaki kavramlar ışığı altında Emeviler, Abbasiler, Osmanlı Devleti ve tüm uydurukçu mealcilerle Arap hayranı, sahabe katillerinin hayranları olan tarikat ehli insanlardır. Onlar aslında;”ÖKSÜZ ve YOKSULdan istifade edenler yani DİNİ YALAN SAYANLAR/ GERÇEKTE KALBEN KUR’AN’A İMAN ETMEYENLER/İŞLERİNE GELENE İNANIP, GELMEYENE ALDIRMAYANLAR", işte bunlar, MAUN durlar diyor ayet.
Rabbimiz, sahih imanın gerçekleşmenin temel şartının el-küfrü bi’t tâğût yani tâğûtu inkâr, red ve tanımamak olduğunu bildirmiştir “Dinde zorlama yoktur. Muhakkak iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğûtu inkâr eder ve Allah’a iman ederse o gerçekten, kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” Bakara 256 Bütün Peygamberler aleyhimüsselâm’ın gönderiliş amacı; TEVHİD akidesini insanlara açıklamak ve herkesi bu inanca davet اللهِ الرّحْمَنِ الرّحِيمِBÜTÜN PEYGAMBERLERİN ORTAK DAVETİ; TEVHİD’DİR… Rabbimiz, sahih imanın gerçekleşmenin temel şartının el-küfrü bi’t tâğût yani tâğûtu inkâr, red ve tanımamak olduğunu bildirmiştir “Dinde zorlama yoktur. Muhakkak iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğûtu inkâr eder ve Allah’a iman ederse o gerçekten, kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” Bakara 256 Bütün Peygamberler aleyhimüsselâm’ın gönderiliş amacı; TEVHİD akidesini insanlara açıklamak ve herkesi bu inanca davet etmektir. “Andolsun ki Biz her ümmet arasında “Allah’a ibadet edin ve tâğuttan kaçının” diye bir Peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimine hidâyet verdi, kiminin aleyhine olmak üzere sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezinin de Tevhid’i yalanlayanların sonu nasıl oldu, görün.” Nahl 36 Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bu akidenin hakikati maalesef gerektiği ölçüde bilinmiyor ve Allah'ın emrettiği şekilde kabul edilmiyor. İnsanların çoğu –Rabbimizin de haber verdiği gibi- şirk koşmadan, Allah'a iman etmeye yanaşmıyorlar. “Onların çoğu şirk koşmaksızın bir türlü Allah’a iman etmezler.” Yûsuf 106 Şeytanlar, Allah'ın kullarının iman etmemeleri için yapabilecekleri ne varsa yapmaktadırlar. Dünyalıklar, insan ve cinlerden olan saptırıcılar, makam, mevki, itibar, para, kadın bilumum dünyalık hedef ve beklentiler insanın, hakikat boyutuna geçmesinin önünde bir engel olarak durmaktadır. Bunlar aşılmadıkça, Allah'ın emrettiği iman gerçeğiyle buluşma, tanışma ve yüzleşme süreci gerçekleşmiyor. Dolayısıyla insan, kendi gerçeğiyle yüzleşemiyor. Yaptığı kötülükleri güzel iş zannediyor. “De ki Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar o kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiştir, üstelik kendilerinin iyi işler yaptıklarını zannederler.” Kehf 103, 104 Ahir zaman fitnelerini bilmeden ve onlardan sakınmadan şirksiz imanı elde etmek gerçekten güçtür. Kur'an ve Sünneti tam anlamıyla rehber edinmeden Tevhid ehli olmak mümkün değildir. Çevre, ananeler, kültür, örf, -kim olursa olsun- insanların söyledikleri ve vakıa’da meydana gelen birtakım yapılanmalar; hakikatin ölçüsü olamaz. İnsanların sarığı, sakalı, namazı, orucu, koltuk ya da minderi, çevresi, müridleri, destekçileri, malumatları, kariyeri, yazdığı kitaplar; hakkın tespitinde kriter değildir. Bir kimsenin halini ve akıbetini ancak Allah Sübhânehu ve Teâlâ bilir. İman edecekleri de etmeyecekleri de sadece O bilebilir. Rabbimiz “Hidâyete iletmek şüphesiz ki Bize aittir” Leyl 12 buyurmaktadır. Başka bir Ayette ise “Şüphe yok ki Allah, yalan söyleyen, kâfir olan hiçbir kimseye hidâyet vermez” Zümer 3 buyurur. Allah'ın kullarına düşen vazife; Allah ve Rasûlünün ne dediğini dikkate almaktır. Dini, İslam'ı ve Tevhid'i anlaşılmaz hale sokanların söyledikleri felsefî sözleri değil! Unutulmasın ki, Tevhid; insanın yaratılış mayasının özüdür, esasıdır. Allah, insanları öyle bir fıtrat üzerinde yaratmıştır ki, o fıtratta "Lâ İlâhe İllallah" akidesi vardır. O halde insanlar, muvahhid olarak, bu fıtrat dini olan İslam'a tâbi olmalıdırlar. Şirk'e, küfre, kendisinin ya da başkalarının hevâ-ü heveslerine değil! “Sen yüzünü Hanif muvahhid olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtratına çevir. Allah’ın yaratışını değiştirmek söz konusu değildir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Rûm 30 Kim ne derse desin, insanların bu dünyada öncelikli vazifeleri Tevhid akidesine teslimiyettir. Hayatta yaşarken, imanı kurtarmaktan daha önemli ve daha öncelikli hiçbir amel yoktur! “Allah’a ibadet edin O’nu birleyin, Tevhid’e iman edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” Nisâ 36 Allah’ın teşri’ yetkisini başka varlıklara vermek, teşri’de Allah’ı yegâne hak sahibi görmemek, Allah’ın ortakları olduğuna inanmak; tâğûtlardan ılımlı tâğût seçmek ve onları Allah’ı sever gibi hatta Allah’tan daha çok sevmek; imanın ön şartının tâğûtları reddetmek olduğunu kabul etmemek şirktir. “Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden şeriat yapan kanun koyan ortakları mı vardır? Eğer ayırt edici söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm olunmuştu bile. Doğrusu zâlimler için can yakıcı bir azap vardır.” Şûrâ 21 Ayırt edici söz kelimetü’l fasl; kâfirlerin azabının tehir edileceğine dair İlâhî hükümdür. İnkârcılara ölünceye kadar zaman verilmiştir; azapları bu şekilde ertelenmiştir. Allah, bu süre içinde onların iman etmelerini istemektedir. Allah, bütün kullarını Tevhid akidesine inanmaya çağırmaktadır “De ki Ey Kitap Ehli! Bizimle sizin aranızda âdil olan bir kelimeye Tevhid’e geliniz Allah’tan başkasına ibâdet etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak tutmayalım, kimimiz kimimizi Allah’tan başka Rabbler edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse Bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şâhid olun, deyin.” Âl-i İmrân 64 Bu Ayette, kendisine davet edilen hakikate “yalnızca Allah’a ibadet etme ilkesi” denir. Bu, imanın temel rüknüdür. Âl-i İmrân Sûresinin 64. Ayetinde de açıklandığı gibi; sadece Allah’a kulluk etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah’ın emirlerini bırakarak başkalarının hevâ ve heveslerine tâbi olmak suretiyle sahte ilâhların ve sahte rabblerin eteklerine yapışmamak çerçevesinde beyan edilen Tevhid akidesine teslim olmak, kâinâtın sahibi tarafından emredilmektedir. Bahsi geçen Ayet, bu şekilde iman edenlerin “Müslüman” olduklarını, bu esaslara teslim olmayanların ise şirk koşmakta olduklarını vurgulamaktadır. Dolayısıyla şunu açıkça görüyoruz ki, Tevhid akidesine rabt edilmeyen tüm ameller boştur ve boşluktadır. Rabbimiz iman etmeyenlerin dua ve ibadetlerinin durumunu şu şekilde açıklamaktadır “Hak olan davet dua ancak O’nadır. O’nu bırakıp çağırdıkları ise, kendilerine hiçbir şekilde cevap veremezler. Onların durumu; ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki, o buna asla ulaşacak değildir. İşte kâfirlerin duası da ancak bunun gibi boşunadır.” Ra’d 14 Rabbimiz ne güzel açıklamış! O yüceler yücesi Rabbimize hamd-ü senâlar olsun! Allah’tan başkasına ibâdet etme biçimlerinden en yaygınının ve en önemlisinin ne olduğunu Rabbimiz şöyle beyan etmektedir "Onlar Allah'ı bırakıp alimlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabbler edindiler. Halbuki onlar bir tek ilâha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bunların ortak koştukları her şeyden uzaktır." Tevbe 31 Hz. Peygamber bir gün bu Ayeti, Adiyy bin Hatem'in yanında okumuş, Adiyy de Hristiyanların böyle bir şey yapmadıklarını yani onlara ibadet etmediklerini söylemişti. Bunun üzerine Peygamberimiz de "Onlar kendi din adamlarının -Allah'ın indirdiklerine aykırı olarak- helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram kabul etmişlerdi. İşte bunların alimlerine ibadetleri ve onları rabb edinmeleri böyle olmuştur!" buyurdu. Tirmizî, Tefsir 9. Sûre Peygamberimiz, Tevbe Sûresinin 31. Ayetini bu şekilde tefsir etmiştir. O esnada, önceden Hristiyan olan Adiyy bile başlangıçta Hristiyanlarla ilgili bu Ayeti anlayamamıştır. Ama Peygamberimiz Ayetin anlamını izah ederek, meseleyi açıklığa kavuşturmuştur. Rahipler, din adamları, alimler vb. eğer Allah'ın helâlini haram, haramını da helâl kılarlar; insanlar da onlara uyarlarsa, bu durum onlara ibadet etmektir. İmam Tirmizî rahımehullâh’ın rivâyet ettiği Hadis-i Şerif’te Peygamber aleyhisselâm bize bunu açıklamaktadır. Tevbe Sûresinin 31. Ayetini tefsir ederken Hafız İbn-i Kesir de bu rivâyeti zikretmektedir. Tefsîru'l Kur'âni'l Azîm, Dâru Usâme, Ammân, C 2, S 756 Şirk ile imanı karıştıranların durumunu tanımaya devam edelim. Şirk koşarak ibadet eden kimselerin durumu elektronik cihazın record/kayıt tuşuna basmadan kayıt yapan ya da fişi prize takmadan makinenin çalışmasını bekleyip duran kimseye benzemektedir. Oysa bir kimse, anahtarların bağlantısını sağlamadan ne kadar beklerse beklesin, o cihaz çalışmayacaktır. “Allah isterse çalışır” tarzında muhâlif psikolojide sözler söylenmemelidir; zira Allah, kulları için nelerden râzı olduğunu ve nelerden de râzı olmadığını Peygamberleri vasıtasıyla bize bildirmiş ve insanlık için bir Sünnetullâh ve bir Şeriat belirlemiştir. Şirk halinde yapılan amelin uhrevî bir karşılığının olmadığı ilkesi, Allah’ın İlâhî Şeriatında yer almaktadır. Allah ile sınır yarışına girmek yerine, Allah’ın irâdesine uyarak hareket etmek en akılıca ve sonuç itibariyle en hayırlı yoldur. Tevhid'siz bir kulluk, suya yazı yazmaya benzer; o yazılanı ne yazan okuyabilir, ne de başkası! O yazılanlar, ne kendisi için bir zikrâ olur ne de başkası için bir yol gösterici! Tevhid'siz amel; ıssız, uçsuz ve bucaksız bir çölde görülen ve su zannedilen bir serap gibidir. Susayan bir kimse, onu su sanır ama yanına geldiğinde orada bir şey bulamaz. İşte inkâr edenlerin amelleri de, ilk bakışta çölde su sanılan ama yanına varıldığında bir yalandan ibaret olan, büyük bir yanılgı ve hayal kırıklığı gibidir. Müşriklerin aldanışı dünyevî şaşkınlıkla sınırlı kalmayacaktır; onlar yaptıklarının hesabını vermek adına karşılarında Allah'ı bulacaklardır. Allah'ın yakalamasından ve azabından kaçışın asla mümkün olmadığını dünyada anlayamazlarsa bile ölürken anlayacaklardır. Ama bu anlama, kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. Atalarımızın “son pişmanlık fayda vermez” dedikleri şey de işte budur! “Kâfir olanların amelleri ise susuz kimsenin su sandığı dümdüz çöldeki bir serap gibidir. Nihayet ona yaklaşınca onun bir şey olmadığını görür. Halbuki kendisinin ameli yanında Allah’ı bulmuştur. O da hemen onun hesabını tamamen öder. Allah hesabı çok çabuk görendir.” Nûr 39 Allah celle celâluh, Mü'min Sûresinin 40. Ayetinde; erkek olsun kadın olsun, mü'min olarak sâlih amel işleyenlerin cennete gireceklerini bildirmiştir. Enbiyâ Sûresinin 94. Ayetlerinde ise; mü'min olarak sâlih amel işleyenlerin yaptıklarının karşılıksız kalmayacağı haber verilmiştir. “Şüphesiz sana ve senden öncekilere şöyle vahyolundu ki Eğer şirk koşarsan, andolsun ki amelin boşa gider ve muhakkak zarar edenlerden olursun.” Zümer 65 Kehf Sûresinin 104 ve 105. Ayetlerinde de, Allah'ın Ayetlerini ve O'nunla kavuşmayı inkâr edenlerin amellerinin boşa gittiği ve onlar için ölçü/terazi tutulmayacağı haber verilmektedir. Tevhid nedir? Bu konuyu, Allah’ın Ayetleri çerçevesinde doğru şekilde öğrenmek için, sûrelerin tertip sırasına göre, 120 Ayet-i Kerime zikredeceğiz. Bu Ayetleri özellikle seçmedik yani Ayetleri cımbızlama gibi bir düşünce ve amelimiz olmadı. Sadece aklımıza ilk gelen Ayetleri yazdık. 100 tane olsun istemiştik ancak 100’ü geçti. Biz de 120’de durduk, elbette devam etmek ve yüzlerce hatta binlerce Ayet üzerinde tedebbür ederek, Tevhid’i ilk kaynak olan Kur’an-ı Kerim’den öğrenmek mümkündür. Zaten yapmamız gereken de budur. Başkasının ağzına bakarak, duyuma ve sloganlara göre bir imana yaslanmak yerine, Allah’ın ne dediğine iltifat etmek akıllı insanın yapması gereken ilk ve son iştir. Fakat Ayetleri okurken, keyfî yorumlar yaparak sonuçlar elde etmekten sakınmak gerekir. Çünkü bizim keyfimiz değil, Allah’ın muradı önemlidir. Bunun için de, muteber tefsir kitaplarından ve Hadis eserlerinden yararlanarak Ayetleri okumak gerekmektedir. Bir insan dünyanın az ve geçici bir menfaati için bile ne kadar çalışıp yorulmaktadır. Peki, ebedî ve mükâfatların en hayırlısı olan Allah’ın rızâsını kazanmak için, dünya rahatından tepip okumaya ve yaşamaya değmez mi? Okuyalım, anlayalım sonra da iman ve amel edelim, inşâAllah… 1/Fâtiha 5; 2/Bakara 120, 133, 214, 256, 257; 3/Âl-i İmrân 18, 31-32, 64, 84, 154, 189; 4/Nisâ 48, 51, 58, 59, 60, 65, 76, 105, 125, 136, 139, 140; 5/Mâide 39, 40, 44, 45, 47, 49, 50, 54, 60, 104, 105; 6/En’âm 57, 82, 102, 114, 116, 121, 151, 162; 7/A’râf 54, 59, 65, 73, 85, 172-174; 9/Tevbe 23-24, 31, 32-33, 65-66, 116; 10/Yûnus 18, 99; 11/Hûd 118, 123; 12/Yûsuf 40, 67, 106; 13/Ra’d 14, 31; 16/Nahl 17, 36, 116; 17/İsrâ 23, 111; 18/Kehf 26, 103-106; 20/Tâ-Hâ 14; 21/Enbiyâ 25, 29; 22/Hacc 72; 25/Furkân 2; 28/Kasas 70, 88; 30/Rûm 4, 29-32; 31/Lokman 13; 33/Ahzâb 36, 66-68; 36/Yâsîn 60; 39/Zümer 3, 11, 17, 45, 65; 40/Mü’min 12; 42/Şûrâ 21; 43/Zuhruf 26-28, 84; 45/Câsiye 18; 46/Ahkâf 5-6; 47/Muhammed 19, 25-26; 51/Zâriyâ 56; 58/Mücâdele 22; 60/Mümtehine 4; 72/Cinn 20, 26; 75/Kıyâmet 36; 92/Leyl 12 Yusuf Semmak
yoksa onların allah ın izin vermediği konularda